31 Ağustos 2015 Pazartesi

Ivır zıvır kutusu


Böyle bi kutu ördüm. 
Kare kafanin biriyim ben :) Kare bir kutum olsun istiyordum. O yüzden tabanini özellikle kare örüp, sonra da yükselttim. Ilk fotograftaki kadar da kalabilirdi, o zaman da bir canak olurdu :)



Ama masanin üzerinde biriken ivir ziviri toplasin istiyordum ben. O yüzden daha yüksek yaptim. Yükseltince kare olmadi tabii :) Kare kendi kafasina göre takildi :)

Evdeki her masanin, her kücük sehpanin üzerine bir tane örüp koysam, sonra belli zamanlarda elime alip onlarla evin icinde dolassam,  iclerindeki ivir ziviri asil yerlerine yerlestirsem diyorum...



O yüzden daha büyük bi tanesine daha basladim :D

Sonbahar procesi acisindan:
+ Askla ürettim.
+ Renklerle, yünle, dokularla hasir nesirdim.
+ Döngüler üzerine düsündüm.
+ Renklerin bir araya gelince ayri ayriyken olduklarindan farkli tonlara dönüsmesini izlemek ilgincti.
+ Organize etmek, derlemek , toplamak üzerine bana özgü bir arac gelistirdim sanirim :)
+ Bakip bakip mutlu oluyorum, örmeyi yeniden animsadigim icin sükrediyorum :) Sandalyeden ziplayabilenler icin de :)

Ana hatlar

Sonbahar procesinin ana hatlari:
 (Aklima gelis sirasiyla, dinamik; eklerim, cikaririm. Kisisel olarak bana iyi gelecek muglak bi seyden bahsediyorum burada, o yüzden ana maddelerin birbiriyle mantiksal bir iliskisi olmayabilir)
  • Yaşamakta olanı daha da yaşam dolu kılmak icin caba göster.
  • (Eh, hazir baslamisken "yaşam dolu olmayani" da "bozguna ugrat"iver arada) 
  • Daha sonra yine dolsun diye biraz bos yer ac.
  • Aşkla üret.
  • Şükret.
  • Yargilamadan seyret. 
  • Yarim kalani tamamla.
  • Temize cek.
  • Temizle.
  • Ayıkla.
  • Düzenle. (ki sol beynin mutlu olsun)
  • Vazgec.
  • Sezmeye calis. 
  • Özünü anlamaya calis. 
  • Döngüleri görmeye calis.
  • Kagit. Ip. Boya. Doku. Renk. Kes. Ör. Doku. 
  • Dönüstür.
  • Netlestir.
  • Arada bir dur.
  • Hayal kur. (Dikkatli kur, gercek olabilir)
  • Barış.
  • Affet.
  • Sürekli olarak sana iyi gelen seyleri oraya buraya birak. 
    • (Buraya hemen bir sarki birakayim dur! )

--Hindibanin sonbahar manifestosu--


Yine dellendim, yine evde ve zihinde temizlige girisecegim. Listelerimi temize cekecegim, dolaplarimi, cekmecelerimi temize cekecegim, hafiza kartlarimi, hard diskimi, klasörlerimi temize cekecegim, dünyayla hesabimi temize cekecegim. Sonbahar temizligine girisecegim. Bir mevsimin güzellikle gidisini seyredecegim, bir mevsimin güzellikle gelisini seyredecegim. Seyir üstüne seyir edecegim. Renklere dalacagim, iplere bulanacagim, kagitlara katlanacagim. Yasamakta olani daha da yasam dolu kilma deneyimine girisecegim. Vasalisa'nin bebegi nasil besleniyormus, ögrenmeye girisecegim. Gecen yildan eksik kalan Eylül günlerim var, belki onlari tamamlayacagim. Eylülecegim.

30 Ağustos 2015 Pazar

Yaşayanı daha da yaşam dolu kılmak


Das Lebende lebendiger werden lassen
Hans-Peter Dürr, oekom, 2011

Daha önce Hans-Peter Dürr'ün Warum es ums Ganze geht adli kitabini okumustum. Aklim basimdan ucmustu. Hans-Peter Dürr, Quantum Fizigi denince akla ilk gelen bilim adamlarindan Heisenberg'in ögrencisi. Heisenberg kendi adini verdigi "belirsizlik ilkesi"yle ünlü: Bir parcacigin momentumu ve konumunu ayni anda tam olarak bilmemiz mümkün degildir. Ya momentumunu tam olarak hesaplayabiliriz ama konumunu ancak yaklasik olarak bilebiliriz, ya da tersi. Karisik mi? Önemli degil, Dürr'ün quantum fiziginden cikardigi sonuclari dinlemeli bir de: Maddenin en kücük yapi tasini bulmak icin yapilan bilimsel calismalarin vardigi son noktada elimizde bize maddeyi animsatan hicbir sey kalmiyor. Maddenin temel yapi tasi madde degil: Iliski, sekil (gestalt), bilgi (information). Bize daima maddenin temel oldugu, seklin onun ikincil yani, özelligi oldugu söylenmisti. Öyle degil, tam tersi. Birincil olan sekil, madde ise onun ikincil yani, özelligi. Daha üst boyutlarda her sey bizim icinde bulundugumuz "üc boyut+zaman"da farkedemedigimiz sekilde bir iliskiler agi icinde birbiriyle bagli. 

Dürr Warum es ums Ganze geht (2009) de bu cercevenin icini uzun uzadiya dolduruyordu. Oldukca ilginc seyler söylüyordu. O yüzden baska kitaplari da oldugunu ögrenince okumak istemistim. Geist, Kosmos und Physik (2010) i de okumustum ayni sebeple. Bir tür diyalogdu o kitap ve o da fena degildi.

Das Lebende lebendiger werden lassen'da Dürr, bu iki kitaptaki görüslerini tekrarliyor diyebiliriz. Formati biraz degisik. Giriste bakis acisini, kapitalizm, küresellesme ve cevre sorunlarindan kaynaklanan krizi yeni bir düsünce tarziyla asmak olarak ortaya koyuyor. Birinci bölümde quantum fiziginden cikardigi sonuclari tekrarliyor. Ikinci bölümde ise bir "kriz sözlügü" ortaya koyuyor: A - Atomkraft -Atom enerjisinden, Z-Zukunft-Gelecek maddesine kadar. Dolayisiyla birazcik hayal kirikligi oldugunu belirtebilirim. Ya Warum es ums Ganze geht 'i okumali insan, ya da Das Lebende lebendiger werden lassen'i... Sahsi fikrimce ikisini birden okumaya cok da gerek yok. Bilimin islevi ve görevinden, farkli olani tolere etmekten de öte mutlaka saygiyla korumamiz gerektigi, maddenin dogasindan, barisin önemine kadar iki kitabin örtüsmedigi hic bir önemli nokta yok diyebilirim. 

Beni en etkileyen kismi kitabin adi oldu. "Diri / canli olani daha da yasam dolu kilmak"  gibi cevrilebilir sanirim. Hans-Peter Dürr doksanli yillarda Ingilizce "sustainability" terimine Almanca karsilik arayan ekipteymis. Ekip sonunda orman mühendislerinin kullandigi "Nachhaltigkeit" teriminin bu amacla da kullanilabileceginde karar kildiysa da, Dürr kisisel olarak bu Almanca sözcügü "sustainability" karsiligi olarak hic bir zaman tam benimseyemedigini itiraf ediyor. Daha sonraki yillarda okudugu kisa bir metin, kafasinda "yaşayanı daha da yaşam dolu kılmak" deyişini canlandırmış ve "sustainability" kavramini tam olarak karsilayanin bu olduguna karar vermis. Evet, ekolojik metinlerde kullanilacak gibi degil. Ama ben de cok begendim. Hatta cok etkilendim. Parti tüzügü sadece bu cümle olan partiye oy verebilirdim. Tek söyledigi bu olan "izm"in pesinden gidebilirdim. Mantrasi bu cümleden olusan dine tabi olabilirdim. Yasam dolu olani daha da yasam dolu kilmak icin mücadele edelim. Baska bir seye gerek yok. Ciddiyim. Bazi kitaplara adlari yeter. Ciddiyim. Ama "yasam"i, diri olmayi, canliligi, bi zahmet yeniden tanimlayalim. Terminatör agziyla konussam da ciddiyim. 
    
Türkce'de yazari Hans-Peter Dürr olan bir kac ceviri kitap varsa da, o kitaplar bu Hans-Peter Dürr'ün degil, etnolog ve kültür tarihcisi bir adasinin. Karisiklik olmasin, ciddiyim.

29 Ağustos 2015 Cumartesi

Kötülük mü cogaldi, felaket mi cogaldi? Yalan mi cogaldi, dolan mi cogaldi?
Yoksa hep bu kadar cok felaket, bu kadar cok kötülük vardi da biz mi cok görür olduk?

Zeki Müren'in de bizi görebilmesini gectim,
Zeki Müren'i görebilmek bile yordu canim.
 

28 Ağustos 2015 Cuma

Teolojik Politik Inceleme


Theologisch-politischer Traktat
(Teolojik Politik Inceleme)
Spinoza, 1670

Her kitabin bir hikayesi var.
Yani, evet her kitap bir hikaye anlatiyor ama onu demiyorum. Her kitabin okuyanda ve onun yasaminda bir hikayesi var. En az bir hikaye diyelim... Bazen daha cok da olabilir...

Bu kitap bende cok hikayesi olanlardan. Tam olarak nerede kim önermisti animsamiyorum. Erich Fromm olabilir, emin degilim. Ama "mutlaka okunmali" dipnotuyla aklima yazdigimi iyi biliyorum. Bazi kitaplar böyledir. Bir baska kitapta lafi gecer. Yanitini aradigim önemli bir soruya yanit verdigine dair kuvvetli bir his duyarim. O zaman "mutlaka okunmali"dir. Bi hesabim daha  vardi tabii. Eger bu kitabini okuyabilirsem, Spinoza'nin mantigina ve diline alisir, sonra belki "Ethica"yi da anlayabilirim diyordum :)

Bu kitaba erismem epey güc oldu. Sehir kütüphanesinde yoktu. Internette kütüphaneler agi üzerinden siparis etmeye calistim. Her seferinde organizasyonel bir soruna takildim. Sonunda sorunu kütüphaneci kadin şıp diye çözdü. Bu ülkeye geldigimden beri kütüphanecilerle baristim :) Beni Traktat'la bulusturan kütüphaneciye tesekkürü bir borc bilirim. Üstelik beni sokakta görünce de taniyor, üstelik beni adimla da taniyor. Bu sehirde iz biraktigim bir yer varsa galiba kütüphaneleri :)

Bu kitap, kabul, biraz eskiydi. Zaten 50'lerde basilmis. Galiba bir kac kütüphane gezmis. Üst kismina sanirim rafta tozlanmasin diye özel bir boya sürülmüs. Yesil, eski usul ciltli. Fontu, sayfalari, baskisi...  sanki baska bir dünyadan. Dili bile eski, "Hilfe"yerine "Hülfe"... Sikayet edecek degilim. Bu toz kokusunu, bu beklemislik kokusunu, bu gizli bir cennetten cikip gelmislik halini seviyorum.

Bu kitabi yaz tatilindeki oglani sehrin o parki senin, bu parki benim gezdirirken, daha cok cimenlerde  ve banklarda okudum. Agustos ayi, okul tatili , ögle sicagi, park kumu, kızgın kayak, ıssız salıncak, "anne bana bak bana, nasil tirmandim bak"... Bundan böyle ne zaman "Spinoza-Traktat" dense aklima otomatik olarak bunlar da gelecek.

Bu kitapla ben bir kez daha farkettim ki, kitap okumak bir tek basinalik, bir inziva degildir. Yazarla sürekli bir konusma halindesindir. O "gak" der, sen "Bak, bunu ben de düsünmüstüm" dersin; o "guk" der, sen "sana tesekkür ederim, buna benzer bi sey vardi zihnimde ama nasil söze dökecegimi bilemiyordum" dersin. Bazen "yok, bak o konuda katilmiyorum, bi mantik hatan var" dersin, bazen "bi dakka, bi dakka, o sonuca nasil da kolayca vardin öyle, ben anlayamadim" dersin. Hatta bir noktada Spinoza " Insan sadece görmek istediklerini gören insanlarla ne yapmali bilmem ki?" diye sorunca, benim Spinoza'nin omuzuna böyle pat pat vurup "Evet ya, ben seni cok iyi anliyorum" diyesim geldi. Fakat iste Spinoza, 1670, Hollanda... Olamazdi.  Bu kitapta baska bir sey daha oldu. Aslinda her kütüphane kitabi gibi sayfa kenarina not düsmek, satir alti cizmek yasakti. Ama biri (kimbilir kim, kimbilir ne zaman) oldukca zarif bir sekilde dogru ya da önemli buldugu paragraflari yandan yandan isaretlemis, bazi satirlarin da altini cizmis. Bir süre sonra farkettim ki, hep ayni paragraflari önemsiyoruz, hep ayni satirlari begeniyoruz. Bir süre sonra yazarla diyalogdan cikti is, yazar-hic tanimadigim bi okur-ben okur arasi tri-olog'a dönüstü.

Peki niye yazmis bu kitabi Spinoza? Kendi ifadesiyle üc amaci varmis: 1) Teologlarin önyargilarini önlemek. 2) Durmadan kendisini ateistlikle suclayan halka karsi kendini savunmak 3) Felsefe yapma hakkini savunmak    

Kitap 1670 basinda basilmis. Spinoza'nin kendi bastirdigi tek kitabi. Yazarin adi kitapta yer almiyor. Basan kisi aslinda Amsterdamli bir arkadasi olmasina ragmen, hayali bir yayinci adiyla Hamburg'da basilmis gibi cikiyor piyasaya. Suya ve sabuna pek dokundugu daha buradan belli.

Traktat'ta yazdiklari yeni fikirler degil: "Burada uzun zamandir ve uzun uzadiya düsünmedigim hic bir sey yazmadim" demis.

1656'da Amsterdam'daki Musevi cemaati Spinoza'yi dinden/cemaatten cikariyor. Bunun üzerine Ispanyolca kendini savunan "Apologia"yi yaziyor. Bu metin Traktat'in temeliymis. Traktat'ta sadece dinsel dogmayi elestirmiyor, Musevilik'te dinsel rasyonelizmin temsilcilerinden Maimonides'i de elestiriyor. Maimonides inancla akli, teoloji ile felsefeyi , Eski Ahit ile Aristo'yu bir araya getirme amaci gütmekteyken, Spinoza felsefenin yolunu dinden ayirmak istiyor. Ne din felsefeye hizmet etsin, ne felsefe dine diyor. Tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna... Ama sonunda ikisi de ayni noktaya ulasirsa bunda da büyük yanlislik görmüyor gibi geldi bana. Mesele o degil yani.

Traktat'i okursam Ethica'yi belki daha iyi anlarim diye umdugumu söylemistim ya, Traktat'ta Ethica'nin pantheistik söylemleri yok. Isin ilginc tarafi Traktat basildiginda Ethica aslinda ana hatlariyla ve düsünce cizgisiyle coktan hazirmis. Iki kitap arasindaki bu söylem ayriligini yüzyillar icinde Spinoza'nin ikiyüzlülügüne yoranlar da olmus, "Spinoza amacsiz kahramanliklara girecek bir kisilik degildi ki, teolojik elestiri yazarken teolojik dille konusmasi, teoloji kavramlarini kullanmasi normaldir" diye savunanlar da... Aynisini Erich Fromm da yapar. Üstelik "Semavi dinlerin tanimladigi sekliyle bir Tanri'ya inanmiyorum, bu kitapta Tanri derken de onlarin kastettiklerinden baska bir seyi anliyorum" diye acik acik da söyler Ihr werdet sein wie Gott adli kitabinda. O yüzden ne ikiyüzlülüge yormali, ne de sasirmali bence. Spinoza'nin pozisyonunu Fromm kadar acik belirtmemesi icin aralarindaki 300 yilda Avrupa köprülerinin altindan akan sular belki de yeter sebeptir.

Traktat kendi döneminde beklendigi üzere kati dindar anlayissizlikla ve fanatik tepkilerle karsilasiyor. Kiliseden de tepki aliyor, kilise yasaklanmasi icin caba harciyor hatta. Fakat Spinoza Hollanda'nin o dönemki dünyevi iktidarina yakin oldugu icin bu yasaklama cabasi iktidardan destek görmüyor. Ancak Spinoza'ya destek gösterenler ölünce bir kac baska "sapkın" kitapla beraber Traktat da yasaklaniyor. 1700'lerin basinda kitaba olan ilgi tamamen sönüp, kitap unutuluyor. Tekrar animsanmasi ancak bir kac yüzyil sonra...

Bu kitabi ben sana tavsiye edebilir miyim bilmiyorum. Teoloji, felsefe veya politikadan biriyle özel olarak ilgilenmiyorsan okumak zorunda degilsin. Zaten Spinoza da önermemis herkese. "Halki bu kitabi okumaya davet etmem, hatta bu kitabi hic ciddiye almasalar daha cok isime gelir" demis önsözünde. Bu kitabi okuman gerekip gerekmedigine sen kendin karar vermelisin. Türkce'de bir kac cevirisi var. Kolayliklar dilerim.


27 Ağustos 2015 Perşembe

Italyan

Özür dilerim.
Bütün Italyanlardan.
Gercekten.
Bu kacinci.
Hele bu seferkiler öyle emindi ki... Onlar kari koca , karavanlarinin önünde, akillari karismis...
 Biz ana ogul, iki kara kafa, üstelik elimizde külahli dondurma..
O kadar emindiler ki, kadin arkamdan israrla "Sinyora..Sinyora" diye seslendi.
O kadar emindi ki, direk Italyanca basladi söze...
Üzgünüm, degilim.
Gercekten.
Yani bazen Italyan olmadigim icin ve sehir merkezini ancak tarzanca tarif edebildigim icin gercekten üzülüyorum.
Ben Italyanca ögrenene kadar, siz de Ingilizce veya Almanca ögrenseniz?
Sonra söz, ben size sehir merkezini tarif etmekle kalmayacagim, ben size sehrin en iyi Italyan dondurmacisinin adresini vermekle kalmayacagim, yaprak sarmasinin sirlarindan da bahsedecegim. Arada siz de bana ananenin pizza sirlarindan bahsederseniz, hayir demem tabii :)

*

Haa, aklima geldi, bi hikaye daha...
Bu da süpermarketten.
Kohlrabi aliyordum.
Yanimda yaslica bir kadin daha var.
"Italyan miymis bunlar?" dedi.
Etikete baktim. "Italyanmis" dedim.
"Italyanlar daha iyi oluyor, Ispanyollar o kadar iyi olmuyor" dedi.
Gülümsedim,  "Dogrudur, dikkat etmemistim" dedim. Kohlrabimi secip yanindan ayrildim.
Biraz sonra baska bir sebzenin önünde buldu beni.
"Ispanyol musunuz?" dedi.
"Hayir, degilim" dedim.
"Biraz önce Ispanyol kohlrabileri iyi olmuyor dedim de. Sonradan aklima geldi belki de Ispanyolsunuzdur. Kusura bakmayin, özür dilerim" dedi.
"Yok, rica ederim. Sebze iste, ne önemi var. Ispanyol olsam bile.." dedim saskin.
Bi sessizlik oldu. Öyle bakiyor, bi yanit bekliyor. Ispanyol degilsem, Italyan miyim? Yani emin miyim? Yoksa Ispanyol'um da, mahcup olmasin diye söylemiyor muyum?
Gercegi söylemenin tek kurtulus oldugunu farkederek sorulmadan ekledim. "Türk'üm ben"
Sanirim ilk kez hem o , hem ben Türkiye'den kohlrabi ithal edilmedigine cok sevindik :)




25 Ağustos 2015 Salı

Önce peynir vardi...


Önce peynir vardi.
Feta.. Yunan...



Sonra peynir... yoktu.
Yok oldu birden...
Nasil oldu bilmiyorum.
Kutu bana , ben kutuya bakiyorduk.
Ben "bu kutudan iyi bir seyler cikar" diyordum.
Kutu bana "mavi bi seyler olmali, beyaz bi seyer olmali, Akdeniz bi seyler olmali" diyordu.
Ben aslinda toprak tonlarinin etrafinda dolasiyordum. Aborijin takiliyordum, cünkü en iyi onu yapabiliyordum :)

Ama kutu hakliydi. Toprak rengi olmazdi. Mavi gerekti, beyaz gerekti, deniz gerekti, turkuaz, bulut, balik, gece mavisi, gök mavisi. Ne bileyim iste, öyle bi seyler gerekti.

Kafaya biraz serinlik gerekti, ellere biraz mavilesmek gerekti...


Sulu boya olmazdi, galiba biraz akrilik boya gerekti. Biraz koyu, biraz kobalt mavi gerekti, hi hi , evet biraz da beyaz. Turkuaz icin koyu maviyle beyazi karistirmak gerekti. "Sen baskasin, benden uzak ol" diyen saskinin tekiydi, yeni renkler icin hep ötekine dogru bir adim atmak, eger cesaretin varsa baska renklerde kaybolmak gerekti.

Sonrasi da böyle iste...


Nasil oldu bilmiyorum, hava serindi, ögleden sonraydi.
Dünya bir an icin güzel bi dünyaydi, mavi bir dünyaydi, parlak ve temiz ve dünyaydi, cicek bir dünyaydi.



Dünya hatalara acik, hatalari kaldirir bir dünyaydi. Ne bileyim, hatalara ragmen güzel bir dünyaydi. Kutu icini acinca ne cikacagi belli olmayan bi kutuydu. Pandora'nin kutusu muydu? Kimbilir. Sanmiyorum. Hakkinda böyle iyi hisler tasidigim bir kutuydu.


Kutu gerci herseye acik bir kutuydu. Aborijin sanatini mavi Akdeniz tonlarinda tasiyan, bir Türk'ün elinden cikma, Almanya'da yasayan bir kutu olabilirdi olmasina, ama sanirim herseye ragmen özüne bagli, hikayesi bilinir olmak isteyen bir kutuydu.  Kenarlari güzel olsun diye yapistirdigim boyaci bantini sökerken isin sonunda, bir kisim boyanin da sökülmesi, hem de tam o kisimda, baska nasil aciklanabilirdi?



Ben kutu sözü dinler biriyim. Kutunun sözünü dinledim, aynen öyle biraktim, düzeltmedim.
Iste bugün de böyle bir gün, dünya da böyle bir dünya, masal da böyle bir masaldi...
Cicek de böyle bi cicek, mavi de böyle bi maviydi.
Acaba senle ben, ikimiz de, böyle cicek, böyle mavi olabilir miydik?
Olabilirdik.
En azindan deneyebilirdik sanirim.

23 Ağustos 2015 Pazar

Conversation with father

17 Aralik 2004 günü bunu dinliyormusum.
O gün neler konustuk animsamiyorum.
O günlerden beri her gün konusuyoruz. Daimi sohbetteyim. Sanirim hic bu kadar cok konusmamistik.
Youtube acik olmadiginda bile sohbetin arka fon müzigi budur.

O,  arabada sadece ikimiz giderken yaninda hic sıkılmadan susabildigim ve bana "niye konusmuyorsun?" demeyeceginden emin olarak huzurla susmaya devam edebilecegim insandi.

22 Ağustos 2015 Cumartesi

Çayını iç de öyle gel :)

Batili bir bilgin bir Zen ustasindan bütün sorularina yanit almak istegiyle ziyaretine gitmisti. Zen ustasi yabanci adami selamladi ve kücük bir masaya davet etti. Adam yasamin anlamina dair kafasinda bir dolu soruyla sabirsizca ustayi bekliyordu. Usta konugundan özür dileyerek, sorularina yanit vermeden önce cay demlemek istedigini söylemisti. Batili ziyaretci gittikce sabirsizlandi.  "Bütün bu yolu, buraya gelip de cay icmek icin asmadim" diye düsünüyordu kizginlikla. "Büyük olasilikla bir usta bile degil" diyordu icinden ve kendini sorularina yanit bulamamis olarak hayal kirikligiyla dönüs yolunda düslüyordu. Henüz bu düsüncelerini bitirmemisti ki, Zen ustasi karsisina dikildi ve elle islenmis bir fincana taze demlenmis cayi dökmeye basladi. Fincan doldugunda demligi kaldirmadi, fincana cay doldurmaya devam etti. Cay tasti, yere dogru dökülmeye basladi. " Durun !!" diye seslendi batili konuk, "fincanin dolu oldugunu görmüyor musunuz?". "Evet, öyle" dedi Zen ustasi, "bu fincan da beklentiler, hayaller ve fikirlerle dolu aklin kadar dolu! Sana nasil bir sey ögretebilirim ki? Simdi git ve fincanin bosaldiginda yine gel!"  

Dipnot: Sırf bu çay meselleri yüzünden gidip bir Zen ustasina çırak yazilacagim!

21 Ağustos 2015 Cuma

Tony'i takdimimdir


Tetikleyici fikir şuydu: 



Fakat evde bir çift şiş bile yoktu! Üstelik blog sahibi bu ara aklını sık iğneyle bozmustu.



Bu adamcegizler sık iğneyle de olur muydu? 
Bence olurdu.



Hem evdeki bölük pörcük yünler de kullanilmis olurdu.



Örüldü, dikildi, cevrildi, pamuk dolduruldu.



 Boyun, kol ve bacaklara o naif, dertsiz, tasasiz durusu veren dokunuslar yine dikisle verildi.
 


Gözler konusunda biraz kararsiz kalindi. Sosyal medya da oylamaya sunuldu.



Sonunda hem büyük gözlere daha sonra geri dönüs daha kolay diye, hem de bu gailesiz durusu daha iyi vurguluyor diye kücük gözlerde karar kilindi.



Oglan adini Tony koydu. Cünkü bütün oyuncak hayvanlarinin adi "i" ile bitiyormus . Öyleyse bu da Tony/Toni olmaliymis. Kaplumbaga Schili biraz garipsedi Gailesiz Tony'i . Neymis efendim, onlarin takimi, grubu hep hayvanlardan olusuyormus, bi insan acaba olabilir miymis?! Ona "Faşistligin alemi yok Schili, o da bi oyuncak, tabii ki olabilir!" diye rest cekildi; (Hımm, bu cümle galiba tam böyle degildi).Tony gruba dahil edildi.

Tony'i Thames kiyisinda elleri cebinde gezen bi balikci olarak hayal ediyorum. Sanirim yine bere sebebiyle bu balikci cagrisimi... Bi de boynuna atki örsem mi diye düsünmeden edemiyorum.

Fakat onu da post konusu yapmasam iyi olur galiba. Yakinda "görmemisin bir tığı olmus" minvalinde anonim yorumlar gelebilir yoksa :)

20 Ağustos 2015 Perşembe

Bütün eksigim buydu...


"Evet, tek eksigim buydu..."
Kitapta görünce aynen bunu düsündüm :)
Adini "igne defteri" koymuslar :)


Asil fikirde tamamen kece kullanilmis. Dis kapak önlü arkali ve "sayfalar", yani hepsi keceden. Ön kapagi biraz aplikeyle süslemisler. Benim elimde uygun renklerde kece yoktu, ayrica aklimi sık iğneyle bozmuşum :) O yüzden ön kapagi ördüm, ic kisim ve sayfalar icin kece kullandim. Mükemmel olmadi, görüldügü gibi hatalar var, ayrica örerken "komsuyla" lafa da daldim, kahveyi de fazla kaynattim, hem eksildi, hem köpügü kacti. Zaten ben dalgin insanim, dedigim gibi, tek eksigim buydu. Igneleri unuturum sagda solda, evde cocuk var, neme lazim, kahveyi tasiririm, kabul ediyorum, I am not perfect. Ignelere defter yaptim, kahveye de bi cözüm bulurum. Is beser ve sasar oldugunu kabul edebilmekte. Gerisi kolay... Hem de nasil.

 

Cagrisim yapti, sen simdi nereden diyeceksin uzun hikaye... Hic Patricia Highsmith  okudun mu? Evet Becerikli Bay Ripley :) Ama sadece o degil. Pek cok baska romani daha var. Bütün romanlarinda tekrarlayan bi motif vardir. Roman kahramani kitabin basinda kücük bi hata yapar. Kücücük bi hatadir. Misal ben kirmizi parcayi örerken birinci siradan ikinciye dönüsümde ilmek sayisini sasirdim, galiba bir arttirdim orada. Misal kahveyi yaparken laflayacagimi hesaba katip altini o kadar acmasaydim iyiydi bastan. O tür bi sey... Masal kahramani...sey pardon roman kahramani o hatayi yapinca üstünü örtmeye calisir hemen. Sen okurken "hiii, ay yapma, git özür dile komsudan, polise söyle ne gördügünü, aslinda hic bir kötü niyetin olmadigini söyle patrona" dersin. Yok, kahraman dinlemez seni. Kahraman yola devam eder. Ben de mesela kendi ic sesimi dinlemedim. "Yok, ondan bi sey olmaz devam et örmeye" dedim kendime... Sonra isler sarpa sarar ama. Isler büyür. Islerin huyudur bu. Sen her adimda kahramana dersin ki, "Gel, yol yakinken itiraf et hatani, gel vazgec, gel dön su sevdadan, yoksa cok kötü seyler olacak". Patricia Highmith'in kahramanlari seni dinlemez, senin icin icini yer. Bi noktadan sonra sen de birakirsin kahramani uyarip durmayi. Anlarsin, sen ve kahraman baska gercekliklerde, baska boyutlardasiniz. Senin Hilde'nin babasi gibi kahramana mektuplar yazma sansin bile yok. Sen okuyacaksin sadece, sen seyredeceksin, sen okursun, gözlersin, işin ne? Sen romanin sonunda "ben biliyordum, ben demistim" dersin. Ama gülümseyemezsin, agzinda bozuk bi tad birakir o cümle. Kahve tasmistir,  kirmizi parcayi belki sökersin, ama cogunlukla sökmezsin. Bazen de sökemezsin. Eğer yazarı sen degilsen bir romani kahramani söz dinlemiyor diye cöpe atip bastan yazamazsin. Patricia Highsmith kitaplari cok pis tat bırakır insanın ağzında. Istersen yine de okuyabilirsin, sen bilirsin. 

Ne diyordum ben? Ha evet, sag tarafta kecenin markasi da cikmis. Ama fotografla ugrastirma beni simdi. Reklam olsun diye degil inan. Mahalle tuhafiyecisinde ne bulduysam onu aliyorum.  

Bi igne defterin bile olmayabilir. Her seyin tam, bi tek eksigin o olabilir hayatta. Bilirim o duyguyu. Selam ederim.








Dipnot: Ama Sophie'nin babasi degildi ki o, Hilde'nin babasiydi! Sonradan aklima geldi. Neyse...

19 Ağustos 2015 Çarşamba

Ay bak, yine aklima ne geldi...

Ekmek yaparken özellikle son dakikada hamur elime yapisirsa en eskiden biraz  un dökerdim elime, sonra biraz daha, biraz daha; sonra cok sert olurdu o hamur.
Sonra bir süre yag döktüm, ise yariyor.
Simdi elimi suyla islatiyorum, daha da iyi :)

Civiyi civi, hamuru su söker arkadas :)

N'aber Euli?


Tigi gecen sene Funda armagan etmisti, ama ben ilk kez bu yil elime alabilmistim.
Üc aksam öncesine dek nasil zincir cekildigini bile animsamiyordum. Üc aksam sonra Türkce'de karsiliginin hep duydugum 'sık iğne' oldugunu bilmeden 'feste Masche" uzmaniydim :) Döngüler, döngüleeer üzerine düsünürken, dön baba dönmeye baslamistik tigla ikimiz :)



Haa, dibini biraz daha sabitlersek bundan iyi kalem kutusu olur demistim ben.



Sonra domates konservesinden kalem kutusu gelmisti aklima. Cuk diye oturmustu dogrusu :) Ama yoook. Oglan ve pelüs arkadaslari sabirsizlikla bu yesili bekliyorlardi. Adi bile konmustu : Euli



Gözler keceden, icine pamuk...



Burnuna sari ipten  gaga... Pek olmadi, sari keceden mi olsaydi o da? Dün aksam takima yeni arkadas katilmasinin serefine parti verdi oglan ve pelüs oyuncaklari.


Fikir buradan.



16 Ağustos 2015 Pazar

Baskılar...

....devam edecek demistim :)

Bunlar bir kac gün öncesinden...
Gelincikler Funda'nin verdigi bir fikir. Parmak baskisi...




Bunlar diyelim ki kasimpati :) Sari arka plan bulasik süngeriyle... 



Bu da Avustralya yerlisi Aborijinler'in kullandigi renk ve tekniklerle bi baski...
Daha cok toprak renkleri kullaniyorlar. Internette harika örnekler var; "aboriginal art" diye arayiniz. Bunu oglumla beraber yaptik. Fircayla cizilip boyanan kisimlari haric pamuklu cubuk kullandik. Kagidin yarisinda o calisti, yarisinda ben :)



I ıh, bitmedi, daha bi milyon fikir geldi aklima. Bitmeyecek galiba...

Aaa! Dantel!



Insan beyni bi tuhaf...
Iki gün öncesine kadar nasil zincir cekildigini bile animsamiyordum, Dün aksam ve gece bunlari yaptim smile ifade simgesi Kitabi kütüphaneden buldum. Cocuklara dikis, nakis ve dokuma ögreten bir dolu kitap var. Tam benlik... Sadece cocuklara degil analara da okulsuz egitim smile ifade simgesiKullanim kilavuzu varsa didik didik okuyarak hic bilmedigi alet hakkinda uzmanlasan babanin kiziyim. Bicimsiz bir benzetme ama tarifnamesi varsa atom bombasi bile yapabilirim grin ifade simgesi


13 Ağustos 2015 Perşembe

Bi upcycling procesi daha...

Upcycling yapmayi seviyorum :)



Simdi dikkat! Bu bir domates konservesi tenekesi. Kagidi sökülmüs, yikanmis, vb.


Bu da eriyen topuklari oglanin öfkeli, son ve tek bir hamlesiyle yirtilmis corap. Sayin üretici, corabinizi tanidiniz tabii :) Söylemesi ayip, coraplariniz cok cabuk eriyor. Eger kaliteli ürün satmak istegindeyseniz bu bir müsteri geribildirimidir,  not aliniz. Yok zaten ucuza, hizlica bozulan ürün satmak niyetindeyseniz, onu da biz not aldik :))


Topuk yine de dikilir. Konserve tenekesine gecirilir. Ta ta ta tammm :) Özellikle kisin burada "kalem-donduran-soguklari" gözlenmektedir. Bu sicacik kalemlik iste onun icindir. Schili konu mankeni olmak istedigini özellikle belirtir :)


Corabin upcycle olmadan önce topuktan yukari kesilen kismini atmayip kutup ayisina bere yapmak tamamen oglanin orijinal fikridir. Kuzeyli balikcilara benzememis mi? :)

Hatta oglanin bi fikri daha var. Gidip beyaz ve siyah kece alacagiz. Kalem kutusuna gözler yapistiracagiz :)

Egleniyor muyuz gencler?
Upcycling bi harika, degil mi?
Peki egleneduralim...

okuyucuya not

Bi de aklima gelmisken:
ben böyle bazen tek bir harfin veya isaretin veya noktanin ya da fotograflarin arkasina sarkilar, videolar veya uzun yazilar sakliyorum sevgili okuyucu. simdiye dek farketmediysen, bundan sonrasinda gözüne  kacmasin :)
Ted Nelson hypertext'i ilk icat ettiginde herhalde tam böyle düsünmemisti uygulamasini ama bu da benim seklim iste :)

kendime not

Kendime not:
Bi ara şuna bi bakiver. Okuma listen uzunsa, kış daha da uzun...

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Iyilik ve kötülük üzerine...

Bugün icime birden su duygu doluverdi. Aslinda uzun zaman icimdeydi, simdi söze dökülüverdi:

Iyiligin, dogrunun ve gercegin yavasca, sessizce ve derinden; kötülügün, yanlisligin ve yalanin ise hizlica, gürültüyle ve yüzeyden büyüdügüne olan inancimi tazeledim. Sonunda iyiligin, dogrunun ve gercegin kazanacagina olan inancimi tazeledim. Kötülük ne yapacaksa yapsin, viz gelip tiris gidecek.

Tesadüfen mi? Öylesine mi? Hayir. Su tetikledi. 
Cünkü fikirler ve duygular tetikcidir ve calar saattir. Kendine benzeyene nisan alir. Kendine benzeyeni uyandirir.


 

11 Ağustos 2015 Salı

Baskılar devam edecek!

Patatesten başka baskı bilmeyen bi çocuktum ben.
Ne iyi ettim de...
Oglani bahane ettim de...
Renklere, boyalara, dokulara bogdum kendimi.
Ne iyi ettim de...
Her seye ama her seye bir baski araci olarak baktim.
Taslar, midyeler, yapraklar, ipler, bulasik süngerleri, kavanoz dipleri, genis fircalar, kivrilmis karton kenarlari, daha iki gün önce kendi ördügüm bardak altligi...

Oh, cok iyi ettim!
Nokta nokta vurguladım, çiçek üstüne çiçek açtırdım, turuncu güneşler, mor yapraklar, püskürtme renkler... Daha neler, neler.... Bitmedi, devam edecek!









10 Ağustos 2015 Pazartesi

Akdeniz burunda tütünce...
180 gr beyaz peynir
1 avuc feslegen
1 dis sarimsak
3corba kasigi zeytinyagi
Ezilir, ince ince dogranir.
Bir iyice karistirilir, bir edilir.
Yaninda beyaz ekmek kacinilmazdir.

FB - 31.05.2014

Şaşkınlık

Bu da ACIM'dan:

Diyor ki, icindeki o gercek, isik ve sevgi olan ve bunlarla iliskide olan sey, sadece gercegi isigi ve sevgiyi algilar ve ona yanit verir. Bunun disindaki hicbir seyi duymaz ve reaksiyon vermez. Eger reaksiyon veriyorsa(n) reaksiyon veren sey icindeki o öz degil, sen degilsin. Daima ego egoya yanit verir, öz de öze.

Aralık ayinda FB'da paylasmisim. Simdi okuyunca kendime nasil sasiriyorum, nasil sasiriyorum. Icimdeki reaktif tarafi kim / ne uyandirdi?

Alan bir dünya

You believe in a world that takes, because you believe that you can get by taking.
Alan bir dünyaya inaniyorsun, cünkü alarak elde edecegini saniyorsun.

ne görüyorsun?

You see what you expect, and you expect what you invite. Your perception is the result of your invitation, coming to you as you sent for it.
Bekledigini görüyorsun ve davet ettigini bekliyorsun. Algin davetinin sonucu ve sana onu gönderdigin sekilde geliyor.

9 Ağustos 2015 Pazar

Komşu

Hani bi laf vardir ya Türkce'de, "selam verdim, borclu ciktim" diye.
Benim bi komsum var, kapısını çalıp selam verince, -özellikle de bu mevsim- mutlaka alacakli cikiyorum :)

Acı çekmekten korkmak

Bu sabah Arno Gruen ile yapilmis bir sohbete kulak kabarttim. Arno Gruen kim mi? 92 yasinda, hala kitap üstüne kitap yazan bir psikoanalistmis, ben de bu sohbetle tanismis oldum.

Özellikle insanda korku ve bunun ruhsal dinamikleriyle ilgileniyor sanirim. Söyle bir sey anlatti. Almanya'da asiri sagci eylemleri yüzünden hapiste bulunan kimi mahkumlarla yapilan bazi calismalar varmis. Gecmisteki bazi girisimler sebebiyle biliniyormus ki, psikoanalistin nazik ve dostca yaklasmasi bu insanlar üzerinde kesinlikle bir etki göstermiyormus. Psikoanalisti hicbir sekilde ciddiye almiyorlarmis. Yeni bir yöntem olarak bu mahkumlara korkulariyla yüzlesmeleri imkani taninmis. Ne korkusu? Aci cekmekten duyduklari korku. Nasil yüzlestirmisler? O kismini tam anlayamadim, cünkü sokaktan cok gürültülü bir kamyon gecti o sirada, tam duyamadim. Ama galiba tiyatroyu kullanmislar. Mahkumlarla onlara farkinda bile olmadiklari, aci cekmekten yana duyduklari korkuyu gösterecek teatral bir takim etkinliklere girismisler. Sonuc? Adamlar icine saklandiklari panzeri hayatlarinda ilk kez yirttilar. Dedi. Arno Gruen. Ben bilmem Arno Gruen kim, yeni tanistim, onun yalancisiyim. Ne dedigini bilen bi adama benziyordu.

Haa, bi de "Insanlarin hepsi orijinal olarak dogar, ama bir cogu kopya olarak ölür" diyen birinden bahsetmis, o kismini ben kacirmisim.

Bi kenara adini not edeyim, belki kitaplarini okurum dedim.


8 Ağustos 2015 Cumartesi

Camdan öteye

Bugünkü gibi sicak havalarda pencere yarim acik olunca, iceriye sinek-ari girdigi cok  oluyor.
Sonra o sinek veya ari girdigi araligi unutuyor galiba, basliyor kendini cama dogru atip atip durmaya.
Geldigi dünyayi görüyor ya camdan, oraya bodoslama dalabilecegini saniyor tekrar. Cam ne , seffaf ne demek bilmiyor galiba...Böyle vizir vizir, Sisyphus'vari, sinir bozucu bir cabalamayla geri dönmeye calisiyor disariya...

Öyle zamanlarda ona dogru cikis yolunu gösterip, arkasindan el sallarken, böceklerin cok aptal oldugunu düsünüyorum. Sonra aklima geliyor; insanlar ne kadar benziyor aslinda bu ari veya sineklere...

Gecen gün bi kitapta okudum. Buda demis ki:" Insanlarin büyük cogunlugu nehrin kiyisinda bir asagi bir yukari kosusup duruyorlar. Oysa ki nehrin karsisina gecen icin izdirap yoktur."

Ayni seyi mi demek istiyordu acaba?

7 Ağustos 2015 Cuma

Salyangozun sırtı



Bu biraz anlasilmaz olabilir,
tam nasil anlatabilecegimi bilemiyorum.

Bir süre önce icimde herseyden sikayet eden bi taraf uyandi.
Böyle seytanin avukati, böyle herseye muhalif, böyle herseye bidir bidir etmeye merakli bi taraf...
Ilginc bi tipti, susmaya pek merakli degildi, en hosgörülü, en yumusak tarafim degildi.

Ben biraz yorgunum itiraf edeyim, üst üste binen kafa yorgunluklari var, bazi birikmislikler var, cok savasamadim kendisiyle, saldim orta yere... Her sey gözüne batiyordu, ona satasti, buna söylendi, ötekiyle tam mutabik degildi zaten, berikine de karsi cikti.

Hepimizin icinde öyle bir yer var sanirim. Birbirini tetikleyen, birbirini görünce ortaya sacilan, birbirinin  uzlasmaz enerjisinden beslenen. O tetiklene tetiklene büyüyen enerjiyi sevmedim fakat, bir yere varmayacagini da anladim. Haddim bildirildi, haddimi bildim, oturdum. 

Simdi icimde baska bir yer uyaniyor. Bu seferki gözlemci tabiatli, sessizce oturup seyretmeye egilimli, su meshur "observer" olabilir, ve hatta olsa iyi olur. Bakacak, izleyecek, döngüleri farketmeye calisacak. Hicbir seyin yeni olmadigini söylüyor ötekine, "hersey tekrarliyor, neye itirazin, neyin elestirisindesin, neyi begenmiyorsun?" diyor. "Otur izle". "Icimde bir yara var" diyecek belki öteki. Bu yenisi de ona "icindeki yarayla otur ve izle" diyecek.

Bir iki hafta önce icimde bir yer susanlara kiziyordu. Her yere, herkese söyleyecek bir seyi vardi.
Simdi zerafetle susabilenlerle beraber ben de susabilmeyi ögrenecegim.

Bana felaketlerden bahsetmeyiniz."Aaa, bak kelebek" diyecegim.
Bana kötülüklerden bahsetmeyiniz. "Hah, yaprak miydi o düsen?" diyecegim.
Cok cok eskiler bi kaplumbaganin sirtinda yasadigimizi söylediklerinde yanilmislardi. Hayir, kaplumbaga nereden cikti, bir salyangozun sirtinda yasiyoruz biz. Kötülükler ve felaketler, iyilikler ve güzellikler salyangoz kabugunun cizgilerine yerlesmis. Döner döner dururlar.
Anladim ben. Bana bildirdiniz. Size tesekkür ederim.
Icimde bir yarayla, cok cok eski ve oldukca yeni bir gözle, susmayi talim eden bir dille, bütün olup biteni izleyecegim.

Cok anlatamadim sanirim. Aksi gibi böyle üstü kapali yazilari baskalarinda okuyunca da hic sevmem.
Pardon?  Kus mu dediniz?
Evet, az önce şu daldan havalandi.
 

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Lost

Inziva günlerinden... 
LOST
Stand still. The trees ahead and bushes beside you
Are not lost. Wherever you are is called Here,
And you must treat it as a powerful stranger,
Must ask permission to know it and be known.
The forest breathes. Listen. It answers,
I have made this place around you.
If you leave it, you may come back again, saying Here.
No two trees are the same to Raven.
No two branches are the same to Wren.
If what a tree or a bush does is lost on you,
You are surely lost. Stand still. The forest knows
Where you are. You must let it find you.
David Wagoner

Senle ben


Iste bu uzun otlar, bu yikik agaclar, bu yikik agaclara tutunup büyüyen otlar, bu agustos böcekleri, bu örümcek aglari, bu sessizlik, bu ögle sicaginda büyük agacin serin gölgesi, iste bu yabanilik, bu ürpertici ıssızlık, bu sarip sarmalayan yuva... Iste bunlar hep cocuklugum.

Tam burasi ve tam simdi. Zamanin ve mekanin disinda seninle tam simdi ve tam burada bulusabiliriz. Ben simdi kirk yasimi asmis da olsam ve seni ben dogurmus da olsam, ikimiz tam burada iki cocuk olabiliriz. El ele tutusup o kütügün üzerinde cambazlik oynayabiliriz. Sen cikolatali donut yesen de ben peynirli ekmegimden vazgecmeyebilirim. Önemli degil, bu ürpertici issizligi, bu serin gölgeyi, bu agustos böceklerini ve bu sarip sarmalayan yuvayi senle ben bir nefeste soluyabiliriz.

1 Ağustos 2015 Cumartesi

gül açar çünkü açar

Güle dair bir neden yok, gül açar çünkü açar
Ne gözetir kendini, ne görülmek arzular
"Die Rose ist ohne Warum.
Sie blühet, weil sie blühet.
Sie achtet nicht ihrer selbst,
fragt nicht, ob man sie siehet."
Agnelius Silesius

Kasein Tutkali




Sütten elde edilen kasein tutkali...

1 bardak süt isitilir (buhar cikacak)
2-3 kasik sirke ile kesilir. Biraz karistirilir ki sivi ve kati kisim iyice ayrilsin.
Kati kisim süzgecle alinir.
Üzerine bir cay kasigi kadar kabartma tozu ve kabarciklar bitene ve belirgin bir tutkal kivami olusana dek az miktarda su eklenir.

Bu tutkalla kagit kagida ve cama yapistirilabilir. Mutfakta kavanozlar bu tutkal kullanilarak etiketlenebilir.
Cünkü dogal malzemeden, cünkü kolay, cünkü suyla temas edince hemen temizlendiginden sinir bozmuyor. Isi bitince kavanozlar yine tertemiz.
Test ettim onayladim.

Her zamanki gibi en dogal, basit ve pratik cözüm bir cocuk kitabindan...

FB-11.3.2015 

Wilde Türkei - Yabani Türkiye - belgesel




Wilde Türkei - Yabani Türkiye  1 ve 2
Türkiye'de yabani doga üzerine Almanca belgesel, harika cekimler.
Az bilinen hayvan türleri, Istanbul üzerinden gecen göcmen kuslar, Carettalar, yörükler, anemonlar, muscariler, yabani lale ve orkideler...
Almanca bilmeyenler de izleyebilir, Ingilizce bilmeden Discovery seyrettiginizi varsayin smile ifade simgesi

'pars pro toto'


In jedem Teil finden wir das Ganze.
Derler ki, her parçada bütünü bulmak mümkündür.
'pars pro toto'

Bu da böyle bi fotoğrafımdır.


FB-2.4.15