29 Aralık 2015 Salı

Cehenneme Övgü - Gündelik Hayatta Totalitarizm


Cehenneme Övgü - Gündelik Hayatta Totalitarizm
Gündüz Vassaf
Iletisim Yayinlari, 1999

(Orijinal: Prisoners of Ourselves: Totalitarianism in Every Day Life, 1992)

Cehenneme Övgü bir arkadas tavsiyesi. Ilk kez Gündüz Vassaf okudum. Genel olarak sevdim. Arka kapak yazisinda da belirtildigi gibi gündüze karsi geceden, cennete karsi cehennemden, konusmaya karsi sessizlikten, akla karsi delilikten, anlasmaya, uyuma karsu uyumsuzluktan, kahramana karsi hainden yana. Aykiri bir kitap mi? Bana pek öyle de gelmedi. Ilk kaleme alinisi 1987 civari. Belki o vakitler aykiri olan fikirler artik bize aykiri gelmiyor. Veya o kadar apacikca dogru ki fikirler  ("selbsverständlich" yani) okuyunca "ha, tabii, öyle" diyoruz.

Örnegin,
"Iyi yurttas kollektif deliligin parcasi olan yurttastir. Kollektif delilik yikicidir."

"Barisi koruyan hep bizim silahlarimiz, tehdit eden ise baskalarininkidir."

"Yikici gücler yikilamaz; cünkü, bu daha da cok yikici güc kullanmayi gerektirir."

"Insan ait olmalidir"

"Insan daima simdiki zamana ihanet etmistir. Hainin kim olacagini, o andaki yapi ve o andaki gücler dengesi belirler."

"Yasamin ölüme karsi savasi diye bir sey yoktur. Yasam dogum ve ölümdür."

Kitap genelindeki tüm fikirlerin orijinal ve yeni olduklarini herhalde söyleyemeyiz. Ama bir araya getirilis sekilleri, "günlük hayatta totalitarizm" ilginc. Insan bazen ne türden bir tektiplesmenin icinde yasadigini unutuyor. Iyi bir animsatma kitabi. Sık sık açıp aradan okunasi kitap. Tavsiye edildigi gibi...




26 Aralık 2015 Cumartesi

Hic sana da olur mu?

Hic sana da olur mu?

Bazen yillarca gitmedigin bir sehre gider, yillarca ugramadigin sokaklarinda yürürsün. Kendini en son daha dün o sokaklardan gecmis gibi hissedersin.

Yillarca görmedigin birine rastlarsin. Sohbet sanki dün yarim kalmis gibi kaldigi yerden devam eder.

Aylardir gitmedigin bir eve ugrarsin. Mutfak sanki biraktigin gibidir. Süzgec sanki dün biraktigin yerdedir.

En az bir kac yildir gitmedigin yollarda gidersin, binmedigin trenlere, otobüslere binersin. Sanki daha dün binmissindir. Yaninda oturan bile sanki ayni kisidir.

Yeni tasindigin yerdeki komsularin bile bazen sanki en son dün görüsmüssün gibidir. "Yok artik!" diyeceksin ama gercekten öyle. Sanki dünya belli kliselerden olusuyor ve o komsu eski bir komsunun aynisi, klisenin iste tam o kösesini temsil ediyor, iste tam da oradan devam ediyoruz komsuluk etmeye...

Bana cok oluyor, gittikce daha cok oluyor.
Sanki ben sonsuz bir durusla  yerimde duruyorum da; evler, sokaklar, insanlar, trenler, sanki dünya önümden gecip gidiyor.
Sanki her sey degisiyor, ama sanki hic bir sey degismiyor. Sanki Parmenides hakli.

Neyse...
Isimize bakalim.
Durmamiza bakalim.
Seyrimize bakalim.

24 Aralık 2015 Perşembe

Prokrustes'in Yatağı - Bilinmeyenle Basa Çıkmak için Küçük El Kitabı


Kleines Handbuch für den Umgang mit Unwissen 
Nassim Nicholas Taleb
Orijinal: 2010, Almanca ceviri: 2013 

Bu kitabi baska bir kitaba bakarken kitapcida gördüm. Sonra da kütüphanede buldum. Yazar Lübnanli, New York'ta yasayan finans matematikcisi. Kisa kisa cümlelerden olusan , aforizma tarzi seyler yaziyor. Orijinal dil Ingilizce. Önceki kitaplari Black Swan ve Antifragility de ünlüymüs. 

Bu kitabin orijinal adi The Bed of Procrustes: Philosophical and Practical Aphorisms. Ben sadece göz gezdirmekle bile sevdim. Procrustes'in yatagiyla tanistirdigi icin bile minnettarim. Hemserisi Halil Cibran'a ve onun aforizmalarina ve Sokrates'e attigi minik taslara ragmen (veya belki de bu yüzden de) sevdim. Bi kez okuyup gecmek icin degil, arada bir dönüp orasindan burasindan acarak tekrar okunasi kitaplardan. Iyi bir yol/yolculuk kitabi bir de...  


Özellikle cok uyumlu, genel gecer seyler duymaktan sıkıldıgında insan, biraz çıkıntı fikirlerin iyi gidecegini hissettigi durumlar icin tavsiye olunur. Bu kitabi degil ama Black Swan "Siyah Kugu - Olasiliksiz Görünenin Etkisi " adiyla Türkce'ye cevrilmis. 
Bi kac alinti: 

 "Kisinin karsi cikmaya en cok korktugu insan kendisidir."

 "Egitim bilgeleri birazcik daha bilge yapar, aptallari ise cok daha tehlikeli."

 "Modernligin cifte cezasi bizi erken yaslandirmasi ve daha uzun yasatmasidir."

 "Kendi kendime ögrettigim ne varsa, hepsini hala biliyorum."

"Bilinc altimizda benzerlikleri/ortakliklari arkadaslarimizla, benzemeyisleri yabancilarla ve zitliklari 

düsmanlarla bagdastiririz"
smile ifade simgesi-..






20 Aralık 2015 Pazar

Upanişadlar

Kitap kendi kendini anlatsin :)

Adi bu...


Konusu bu :)


"Upanishad" köken olarak "dizinin dibine oturmak" gibi bir anlama geliyormus. Ustanin dizinin dibine oturup onu dinlemek, anlamak anlaminda... Kavram olarak "gizli ögreti" demek. Upanisadlar pek cokmus. Bu kitapta en temel 13 tanesi var. Ayni anda kimi kisimlari "Manda yuva yapmis sögüt dalina, yavrusunu sinek kapmis gördün mü?" tadi veren, kimi bölümleri en güzelinden tek Tanri tasvirlerini havai fisek tadinda, böyle "bam....bam...bam" diye ardarda patlatan, kimi bölümleri  inanilmaz derinlikli ve güzel, kimi kisimlarini anlayacak derinlikte kisiler olmadigimizi böyle acik net anladigimiz, diger dinlerin kimi kitaplariyla sasirtici (veya artik hic de sasirtmayan) cakismalar iceren güzel kitap.

Hinduizme, Hint kültürüne, Uzak Dogu'ya, genel olarak dinsel metinlere ilgisi meraki olanlara tavsiye olunur. Üstelik ceviri gayet iyi görünüyor, aciklamalar yerli yerinde, ne az ne cok.

14 Aralık 2015 Pazartesi

Biraz tutarsız göründüysem...

Tikkat...Tikkat...
Bir sosyal medya analizi daha geliyor. Sakının, yazmam gerek :)

Az önce iki seyi birden farkettim. Ayni anda hem kafama bi tas düstü, hem de kafamda bi ampül yandi.
Neden sosyal medyada bu kadar gerilimli oldugumu buldum. Ve neden sosyal medyada bazen bu kadar tutarsiz göründügümü... (en azindan kendime)

Ne zaman birisi toplum olarak ahlaki, erdemi ne kadar önemsedigimizi söylese, altina yorum olarak gazetelerin ücüncü sayfalarindan linkler birakmak istiyorum :)

Ne zaman birisi bozulan toplumsal ahlakimizin sebebi olarak Bati'yi gösterse, Bati'nin bizi ahlak acisindan fersah fersah asmasinin teorik ve pratik örneklerini alt alta listelemek istiyorum :)

Ne zaman birisi Bati özenticiligini elestirse, "canim ne var, bir sürü güzel sey var örnek alinacak" diyesim geliyor. Ne zaman birisini Bati'ya övgüler düzerken görsem, icimdeki Bati özenticiligini elestiren taraf kasiniyor, "kazin ayagi öyle degil ama" demem geliyor. Böyle hapsuruk gibi, tutamiyorum.

Ne zaman birisi Bati'nin ikiyüzlülügünden dem vursa, bazen ne kadar da ikiyüzlü olabildigimizin örnekleri geliyor aklima. Sri Lanka'lıların da bazen gayet ikiyüzlü olabildigini animsatmak istiyorum.

Ne zaman biri cocuk istismarinin Bati'daki gizlenen , üstü örtülen örneklerine dikkatimizi cekse; memleketimde üstü örtülen, yok sayilan vakalara dikkat cekmek istiyorum.

Ne zaman birisi Türkiye'deki kadina siddet vakalarindan yola cikip kültürü yerin dibine batiracak olsa, Avrupa'daki ve dünyanin baska yerlerindeki vakalar geliyor aklima. Yerel gazetelerden okuduklarim, konu komsu tanidiktan dinlediklerim, bulvar gazetelerini okuyor olsam her gün rastlayacaklarim...

Bi tek Bati-Biz cekismesi de degil.

Ne zaman birisi normal doguma övgüler düzse (düsüncesizce olan türünden), normal dogurmayanlari savunasim geliyor. Sonra birisi "bu normal doguranlar da cok oluyor ama, iyi ki de sezaryenle dogurduk" deyince...Aaa, bi de bakiyorum yeniden normal dogumu savunasim gelmis!  

Ne zaman birisi et yiyenlerin barbarligi üzerinden veganligi savunsa et yiyenleri, ne zaman birisi "bitki de yeme öyleyse, o da canli" komikligine bürünerek et yiyiciligi savunsa dibine dek veganlari savunmak istiyorum.

Ne zaman birisi Sauerkraut icin "Aman canim, ne var, bizim de lahana tursumuz var, ne bu yabancilar ne yapsa göge cikarma şeysi" dese Sauerkrautcu tarafim ayaklaniyor :) Ne zaman birisi Sauerkraut avukatliginin dibine vursa, "Amaaan, ne yani, bizim de lahana tursumuz var" diyecek gibiyim :)

Gün olur akcaaagac surubunu, gün olur steviayi, gün olur rafine sekeri savunurum. Gün olur alir basimi gider, gün olur deli gibi...

Birisi "DAHI anlamindaki  DE'ler ayri! Olmuyooorrrr!" dese böyle inadina inadına bitisik yazasim geliyor o DEleri. "Amaaaan bosver ya, ne sacma sey" diyen olunca da, bu kez "Olur mu öyle sey, okunanin anlasilmasi icin böye bi takim önlemler, bidi bidi bidi..." diye basliyor bi tarafim.

'Mekteb'e karşı 'okul'u, 'gerek'e karşı 'lazım'ı öne sürerim. Karşı tarafın çok sahiplendiğini farkedersem.
Öyle durumlarda 'Cava'yı 'Ceyva' diye okuyanlara karşı da sürebilirim ordularımı. Normalde mesele olmasa da...

Kendimi okullulara karsi alaylilari, alaylilara karsi okullulari savunurken buldugum coktur.

Ne zaman birisi baskalarinin kötülügünden ve genel olarak insanin kötülügünden bahsetse, o baskasinin avukati olmak ve H.sapiens'i savunmak zorunda hissediyorum kendimi. Oysa kimi günler türümden yana umutsuzluga düstügüm olur benim de.

Budistlere karsi Müslümanlari, Müslümanlara karsi Hristiyanlari, Hristiyanlara karsi Taoistleri, Taoistlere karsi Musevileri, Musevilere karsi Şamanları, Şamanlara karşı Tanrıtanımazları, Tanrıtanımazlara karşı Budistleri...Ayh, ne diyorum ben ya?

Türkler'e karsi Zenleri, Zenlere karsi Alevileri, Alevilere karsi Atlantislileri, Atlantislilere karsi Kürtleri Kürtlere karsi Patagonyalilari, Patagonyalilara karsi Cumhuriyetcileri, Cumhuriyetcilere karsi Kizilderilileri, Kizilderililere karsi Sünnileri, Sünnilere karsi Hristiyan Demokratlari...Ayh, bu ne ya?!

Yeri gelince antikapitalistlere karsi Adam Smith'i, yaratiliscilara karsi Charles Darwin'i,  bütünselcilere karsi Descartes'i... Ayh!

Siyaha karsi beyazi, beyaza karsi siyahi!
Ne biri icin, ne digeri icin...
Sadece ve sadece grinin onuru icin.

Siz bütün bu seyleri dibine kadar savunmak zorunda misiniz? Gercekten?
Kesin ve son karariniz mi?
Peki ben bütün bu seylere karsi ötekini savunmak zorunda miyim?
Gri kendi basinin caresine bakamaz mi?

SAVUNMAK zorunda miyiz?
Savundugumuz nedir?

Cok geriliyorum, gercekten cok geriliyorum.
Niye gerildigimi bilmiyorum. Niye gerildigimi biliyorum.
Neden savunuyoruz bilmiyorum. Neden savunuyoruz biliyorum.
Aslinda savundugumuz, asildigimiz, tutundugumuz ne biliyorum.
Aslinda savunan kim biliyorum.
Aslinda tutunmayi biraktiginda ne olacak biliyorum.
Galiba.
Yani.
Bildigim tek sey...
Hımmm...

Biraz tutarsiz göründüysem,
biraz da gergin gözünüze,
sanirim bundandir.

Akış

Bugün hic bir yere gitmedigim halde içimden "hoscakal" demek istegi yükselen bir  gün.
Sana da olur mu hic?
Belki de ben kaliyorum da bir sey gidiyor.
Çocukken hep karistirirdim da annem düzeltirdi. "Güle güle degil, hoscakal denir"  diye....
Genel olarak öyle bir zihni durumum var.
Kalana da gidene de güle güle  demek eğilimindeyim.
Bugün bir degisiklik yapip, kalana da gidene de hoşça kalmasını dilemek istegindeyim.
Zaten ne farkeder?

12 yıl,
bak yine 'tamamlanan döngü'.
Sen de hoşça kal biten 12.
Seni sevmistim, arada yine görüselim.

Bir sonraki 12 akışına bırakmakla başladı.
Akışın 12'si olsun.
Akışına bırakalım.



12 Aralık 2015 Cumartesi

Kandil

Aksam aksam döne döne dinledigimden olacak, bunca yil sonra ve an itibariyle candela-candle-kandil baglantisini kesfettiren eser. 71 yasinda ölmez de sag olursam ben de öyle siren sesi cikarabilmek isterim .smile ifade simgesi Bi de "yok birbirimizden farkimiz" dedirten yüz milyon elli sekiz örnek daha biriktirmis olmayi...


11 Aralık 2015 Cuma

Meraklısına küçük, günlük haberler

Bi sebepten eski gazetenin birini bi yere serince gelip gittikce göz atip okuyanlardan misiniz? Ben onlardanim. Iki gündür bu türden okudugum gazetede iki haber, iki detay dikkatimi cekti.
1) Burda carsi pazar Pazar günü aksam saat 10'da bile acik olmadigindan arada bir cesitli bahanelerle kücük yerlerde ticareti hareketlendirmek icin alisveris geceleri düzenleniyor. O gece aksam 7 8'den sonra da tüm sehir merkezinde dükkanlar, magazalar acik oluyor. Yakin zamanda Noel sebebiyle kücük bir sehirde de "Özellikle Kadinlar icin Alisveris Gecesi" düzenlenmis. Ilana göre yaninda kadin olmayan gidemiyormus. Damsiz girilmez yani. 
Asil bahsetmek istedigim detay bu degil. Gecede cesitli sosyal etkinlikler de olmus. Meydanda toplanan kalabalik "We are the World"u söylemisler. Mülteci basvurusu olanlarla birlikte. Ayni böyle diyor haberde. "Mülteci basvurusu olanlarla birlikte", nokta. Onlar zaten resmi statü acisindan henüz mülteci (bile) degil. Bi kere basvurdular ama bazilarinin mültecilikleri kabul edilecek mi bakalim.
Fakat bahsetmek istedigim detay o da degil. Anlasilan mültecilik (veya mültecilik basvurusu yapmislik) buralarda önümüzdeki aylarda ve yillarda her türden sosyal etkinligin insaniyetli ve erdemli yüzü olarak, bir tür PR malzemesi olarak sahneye sunulacak. Eskinin "Afrikali aclar"i misali. We are the world yani.(Temiz niyetle, arka planda sessiz sedasiz calisan insanlari bu görüsten haric tutuyorum.)
2) Genc bi Alman adam master tezini üniversiteye teslim ettikten iki gün sonra Skateboard'u ile yola cikmis. Amaci, baska bir ulasim araci kullanmadan sadece Skateboard ile Alpler'i asip Balkanlar üzerinden Istanbul'a ulasmakmis. Ulasmis da. Gazetede Bogaz'da skateboard'i ile cektigi hos bi selfie'si var. Asil yoldaki gözlemi cok ilginc. Cok para harcamamak icin yollarda mecbur kalmadikca otele gitmemis, kamp alanlarinda gecelemis. "Tuvalet vb acisindan en ilkel sartlarin hüküm sürdügü kamp alanlarinda bile eksik olmayan tek sey yüksek hizli internet baglantisiydi" diyor. Eskilerin "Ayrani yok icmeye.." dedigi durum. Temel ihtiyaclari es gecip, sürekli iletisimde, sürekli connected olmaya sevdalanmis (Maslow'un ücüncü basamagina denk geliyor yanilmiyorsam) tuhaf bi medeniyet kurmus oldugumuzu kabul etmemiz gerekiyor. Çişimi nereye yapacagimi henüz bulamadim, ama buldugumda dünyanin öbür ucuna oradan bir selfie gönderebilirim.

19 Kasım 2015 Perşembe

Dönüş

"Varlıkların hengamesini izleyin,
ama dönüşlerini tefekkür edin."


The ten thousand things rise and fall while the Self watches their return.


Und kämen auf einen Wunschlosen auch alle Wesen zu,— er bliebe still, ihr Kommen und Gehen schauend.

18 Kasım 2015 Çarşamba

Oyun



Bu oyunu oglan kütüphanede bulmus. Klasik oyunlardan farkli olarak oyuncular birbirine karsi degil, birlikte bir amaca ulasmak icin oynuyorlar. Ya birlikte kazaniyor, ya birlikte kaybediyorlar. Oyuncularin sürekli birbirine karsi mücadele ettigi ve bir tek kazananin oldugu oyunlar modern pedagojik yaklasimda bazen elestiriliyor ya, hani takim ruhu da önemli ya, sinerji parlayan sözcüklerden ya, piyasada bu türden oyunlar cogaliyor o yüzden.

Aldik, oynadik. Evet, biz birlikte oynuyoruz ama yine de oyunda bir öteki, bir kötü, bir karşı taraf var. Biz korsanlara karsi oynuyoruz. Biz korsanlardan kacip güvenli limana geri dönmeye calisiyoruz. Icimizden biri bile yakalansa kaybediyoruz. Anca beraber, kanca beraber-iz. Ve fakat sonunda ya korsanlar kazaniyor, ya biz kazaniyoruz.

I ıh, icime sinmiyor benim. Neden insan zihni, eglenmek icin ille de bir karsi taraf ihtiyaci icinde? Biz o adaya gezmeye gitmistik ama oyun korsanlar karsimiza ciktiginda basliyor. Korsan yoksa, oyun yok, heyecan yok, eglence yok.

Insan oyunlarda degil sadece, yasarken de bunu hep yapiyor. Kendine -aslinda yoksa bile- bir öteki yaratiyor. Yaratmazsa ici rahat etmiyor. Sıkılıyor. Öteki yok, eglence yok.

Belki bir gün biraz daha büyüdügümüzde, amaci bütün "ötekiler"le birlikte; ama "bizbize" degil,mutlaka onlarla birlikte bir adaya gezmeye gitmek ve o adayi temiz ve derli toplu ve güzel ve huzurlu tutmak olan oyunlar tasarlanir. Cocuklar da öyle oyunlari pek eglenceli bulur. Belki bir gün biz biraz daha büyüdügümüzde...

Hatta daha sonra belki...

Köknar ve ladin


İğne yapraklilar konusunda hep zayiftim. Bu yil oglanla beraber ben de öğreniyorum. 

Ders: Hayat Bilgisi , 

Konu: Cevremizdeki 4 iğne yaprakli agaç. 


Bazi köknarlar meger ladinmis :)



Ve bazı köknarlar da gerçekten köknarmış :)


harfler



Bu fotografi yanlislikla cektim. Gerisini daha sonra bilgisayarda bakarken farkettim. Sözcükler ne güzel, harfler ne güzel, basılı kağıt (ve basısız kağıt) ne güzel. i'nin üstündeki nokta gercekten nokta ama ü'nün üstündekiler aslinda minik karolar. Ve g'nin kenarindaki kirpik sanki icli, incelikli, derin bir hikaye anlatir gibi. 

Geçer



Gecen yil bu vakitler ayni yerde durup, buna cok benzeyen bir fotograf cekmistim. Altina da "içim gibi" yazmistim. Bu fotograf da "içim gibi". Oysa o zamanki ve simdiki içim birbirinden ne kadar farkli. O gecti, bu da gecer. Her sey geciyor, bu da gecer. Yüzünü günese dön, objektifte parlayan ve gözüne dolan günesi engelleme. Ama unutma, bu da gecer.


"Gönlünü geçici olana bağlama, çünkü halifelik son bulsa da Dicle, Bağdat'ın içinden akmaya devam edecektir."*

Kaldı ki belki Bağdat, ve hatta belki bir gün Dicle bile gecer. 


*Şirazlı Şeyh Sadi

degil mi örümcek hanim?


Hem senin ve benim varlığımıza sebep, varlığımıza olanak olur.
Hem de ışığını döker üzerimize, seni ve beni görünür ve görür kilar.
Belki de ne sen bunun farkindasin, ne de yasam agaci,
Ama günes ne güzel sey, degil mi örümcek hanim?

Uyanık



Of of of, yine geldi o buldu beni.

Demek ki bu Aralik, demek ki yine o trenlerde, demek ki "bizi terk etmeyen safaga kavusma umuduyla"... 

ZORUNDAYIZ!



16 Kasım 2015 Pazartesi

Dilek Nr.2

Yetmis küsur yasindaki komsumun bazi kalp sorunlari var. Bir kac yil önce iyice ciddilestiginde kalp pili taktilar. Arada bir, bir torunun dogumgünü, mevsimlik temizlik veya buna benzer bir sebeple kendini fazla yordugunda, kalp ve pili kendilerini belli ederler. O zaman mümkün oldugunca sessiz sedasiz ve tiyatrosuz hastaneye gider. Tetkikler, kontroller yapilir, kendini iyi hisseder, geri döner. Gecenlerde yine böyle bir sebeple hastaneye gitti, tahminimizden fazla sürdü dönmesi, merak ettik. Esi "sorun yokmus, rutin kontrolleri yapiyorlar yine" dese de merak ettik. Hastaneden döndügünü tahmin ettigim, ögleye dogru kapisini calmayi düsündügüm bir sabah, camdan oglani yolcu ederken bahce kapisinin önünde dikilirken gördüm. Pembe, hos bir bluz, yakin tonlarda hos bir ceket giymis , sirtinda sirt cantasi, bir an durup gülümseyerek sokaga bakti kisaca. Sanki bütün sokagi selamlar gibi. Sonra yürüyüp gitti. Hastaneden geldiginin ertesi günü nereye gidiyor olabilir? Doktor veya eczaneden baska hicbir yer gelmedi aklima. Yine de ucuk pembe, yine de gülümseme, yine de sirt cantasi ve enerjik durus.

Bir iki gün sonra ögle saatlerinde kapisini caldim bir sebeple. "Tam ögle yemegi saati... rahatsiz ediyorsam kusura bakmayin ama..." dedim. "Ah, bosversene" dercesine elini salladi gülümseyerek ve her bir sözcügün üzerine basarak su anlama gelecek bir sey söyledi: "Kendimi rahatsiz ettirmiyorum"

Kendimi rahatsiz ettirmiyorum.
Rahatsiz olmama izin vermiyorum.
Secim hakkim var, rahatsiz olup olmamam dis bir etkene degil, bana bagli ve ben rahatsiz olmamayi seciyorum.

Komsumu rahatsiz eden, üzen seyler hic mi yok? Var. Biliyorum.
Ama bu durusu, bu tercihi hosuma gidiyor :)

Aynisindan kendime diliyorum.
Mümkünse simdi.
Onun yasina geldigimde de.
Ucuk pembe bluz ve ceket de bonusu olsun lütfen :)

15 Kasım 2015 Pazar

Ders



Kendime sık sık anımsatmayınca olmuyor:
Dikkatini yikilan agaclara degil, büyümekte olan ormana ver. *
Agaclar gürültüyle yikilir, orman sessizce büyür.
Bu yüzden dikkatini sessizlige vermeyi ve kulagini sessizlige kabartmayi ögrenmelisin.
Peki nasil? 
Kendi icinde sessiz sedasiz ve sakin olmadikca, disindaki sessizligi ve sükuneti dinleyemezsin. **
Öyleyse icini sessiz tut.
Evini evrenin her zaman yeni ve temiz kalmis bir bölgesinde kur ***
ve onu temiz
ve derli toplu tut. 



Sen simdi git de, bu dersi calis azicik, hadi canim.

* Dürr
** Tolle
*** Thoreau

13 Kasım 2015 Cuma

Bugünküler...


13, 14 ve 15 numara bir arada...


16 numara ne olsa diye bakinirken is seyahatinden gelen babaya ucakta verilen cikolata gözüme carpti, el koydum hemen :) E tabii, 24 ayri armagan alamam, bütcemi asar :)

 Cikolataya bakinca hemen paketi gözümde canlandi :


Isin ilginc tarafi son bir yildir epey malzeme birikmis evde, paketleme icin disaridan hicbir sey almam gerekmedi, hep evdekileri kullaniyorum. Kece cok eglenceli ve naz çeker bir malzeme :)



 Armagan bana olsaydi yukaridaki sekliyle yeterliydi. Ama oglan icin biraz hareketlendirmeye karar verdim. Himm, evet, cikartmalarindan asirdim yine bir iki tane :)


12 Kasım 2015 Perşembe

Varan 11 ve Varan 12


Varan 11 ve Varan 12 :)
Makinenin sarji  bitmek üzere oldugu icin tek karede grup fotografi verdiler :)



24. bittiginde icimdeki paketleme canavarini durdurabilecek miyim, emin degilim. Bir kez uyandi :D

Dilek Nr.1


Narı internette gösterilen o pratik yöntemlerden hicbirine bakmadan, ince ince , tek tek soymayi...
makine dikisini de adini kaale almadan elde yapmayi severim :)

Bu dünyanin tüm zamanlari benimmis hissi her nereden geliyorsa, önümüzdeki aylarda da benimle olsun dilerim. 

Işıktı, suydu


Yine bir gün günlerden ışıktı, suydu.
Karenin hemen sağında sıra sıra arabaların parkettiği bir sokak olsa da ne gamdı.
Bu kareye izin veren bir şehir tasarlamak da az iş değildi.

Kutu kutu pense

24 kücük neselik ve onlara 24 paket procesinde....

Varan 1:
Kendisi yapti.

Varan 2:
Ben ördüm :)

Varan 3:
Eski bir kesekagidini yazin yaptigimiz ip baskisiyla birlestirdim :)
Bu türden baski calismasi yaptigimiz kagitlardan daha o sira agac, kus, kalp vb sekillerini kesmistim. Cok pratik oldu zarfi hazirlamak :)

Varan 4:
Kutuyu renkli kare kagitlardan katladim, kalp ve yildiz dedigim gibi, yaz calismalarindan...

Varan 5:
Daha önce yapmistim bunu. Icine "Schnitzeljagd" usulü bir bilmece sakladim. Bilmeceyi cözünce armagana ulasacak :) 


Varan 6:
Bu da gecmiste bir tangrami kitabinda görüp yaptigimiz bir süs. Icine bir bilmece sakladim yine :)

Varan 7:
 Bu karti da yazin yaptigimiz püskürtme islerden devsirdim :)
Onun cikartmalarindan caldim üzerini biraz daha da hareketlendirmek icin. Umarim görünce kizmaz :)


Varan 8:
Bunu burada postanelerde satilan dogal paket iplerinden ördüm. Ama saglam bir tig gerektiriyor.  Önce kutu gibi bir sey tasarlamistim. Sonra baktim kus yuvaina benzer bir sey cikti. Daha da sonra onu icine altindan inciler yerlestirerek istiridye/midye yapiverdim ben . Agzini da ördüm fotograftan sonra :)


 Varan 9:
Icinde de beyaz, yesil, kirmizi cizgili bir sey var. Konsept uydu :)

Varan 10:
Bunu görünce icinde ne oldugunu tahmin edecek büyük olasilikla. Olsun....


Geriye kalmis 14. Hadi bakalim...
Iclerine yerlestirecek minik armaganlar bulmak da zorluyor ama daha zaman var, herhalde yetisir :)

11 Kasım 2015 Çarşamba

Meditasyon ve beyin




Meditation und Gehirn
Dr. Heinz Hilbrecht

Schattauer, 2010

Uzun zaman önce yarim birakip ancak geri dönebildigim bir seri kitaptan birisi bu.
Yazar tip doktoru degil, doga bilimcisi. 30 yildir meditasyon yapiyormus. Hem kisisel deneyimlerini anlatiyor, hem de bilimsel arastirmalarin isiginda meditasyonu anlamamiza yardimci oluyor. Kitabin amaci zaten meditasyon hakkinda eski dogu bilgelik geleneklerinde söylenmis seylerle, bugünkü bilimsel arastirmalari karsilastirmak.

Önce meditasyonun tarihcesiyle giriyor konuya Hilbrecht. Budizm ve Taoizm'den önce de doguda derinlikli bir zihinsel egzersiz gelenegi oldugunu ögreniyoruz. Dahasi Eski Yunanlilar'da ve Germen ve Keltler'de de bugünkü anlayisa paralel meditasyon benzeri uygulamalar varmis. Yunanlilardaki meditasyonun Büyük Iskender dönemindeki bilinen ilk Yunan-Hint (Bati-Dogu) bulusmasindan da önceye gittigini söylüyor. Hristiyanlik'ta iki türlü  "meditasyon" var: Meditasyon (: Bir konuda yogunlasan derinlikli düsünme) ve Contemplation. Bugünkü anlamiyla meditasyon aslinda Hristiyan gelenekte Contemplation :) 19 yy.da Bati ve özel olarak Hristiyan mistik bakisin Contemplation'u Dogu meditasyonu ile tanisiyor. Örneklerini Rudolf Steiner ve Hermen Hesse'de görmek mümkün.

Ikinci bölümde beynin biyolojik gelisimi üzerine bilgiler veriliyor.Genc beyin ve yasli beyin üzerine söyledikleri bugün kabul ettiklerimizden farkli ve ilginc.

Ücüncü bölümde eski budist kayanklara göre meditasyonun 9 seviyesi aciklaniyor. Bu ilginc; meditasyonun zihin ötesi bir yani olmasina ragmen epey "zihni", analitik bir tarifiyle karsilastigima sasirdigimi söyleyebilirim. Burada (aslinda kitabin genelinde de) kendimizi yüzme bilmeden yüzme üzerine yazilmis bir kitabi okur gibi hissediyoruz. Üstelik kitabi okuyarak yüzme ögrenme olasiligi da yok, suya girip hareket etmeden yüzme ögrenemeyiz :)

Dördüncü bölümde Hilbrecht bir önceki bölümdeki bazi kavramlar, deneyimler ve onlarin bilimsel acidan aciklanmasina daha cok yer ayiriyor. Sözsel düsünce, "Bilincdisi düsünce" , ayna nöronlar, theory of mind, "ücüncü göz" (Bkz. Dipnot),"büyük bosluk", özgür irade bunlardan bir kismi. Oldukca bilgilendirici. Bunca zamandir o veya bu kitapta "Theory of Mind" konusuna rastlarim, Sally'nin misketinden bir adim öteye gidenini görmedim diyebilirim. Bu kitap gidiyor.

Besinci bölümde eskilerin deneyimle tanimlayip kayit altina aldigi kimi fenomenlere bilimsel aciklama getiriyor. Önsezi, gelecegi görme, ice dogma, altinci his, beyin okuma,  "Chi" (qi), Kundalini, ölüme yakin deneyimler, beden disi deneyimler gibi. Son ikisini ileri meditasyon asamalarinda kendisi de deneyimlemis, "sahadan" bildiriyor :) Buradaki aciklamalar da epey bilgilendirici ve akla yakin.

Altinci bölüm dikkatsizce ve yanlis meditasyon uygulamalarinin sebep olabilecegi sorunlar üzerine. Meditasyonu, önyargilara sebep olan yanlis bilgi ve uygulamalardan temize cikariyor diyelim :)

Yedinci bölüm meditasyonun saglik üzerinde arastirmalarla kanitlanmis yararlari üzerine.

Sekizinci bölüm meditasyonun uygulamasi üzerine. Tüm bu anlatilanlar üzerine yazardan bi meditasyon tarifi olmasi gerekirdi diye düsünmüstüm, bu bölüm iste tam da bunu yapiyor. Taoismus kaynakli ve 2000 yildir denenmis bir usulün tarifini yapiyor.

Dokuzuncu ve son bölüm meditasyon yapanin nasil beslenmesi ve beynini nasil beslemesi gerektigine dair.

Oldukca kapsamli ve bilgilendirici bir kitap. Meditasyon üzerine adinin vadettiginden da fazlasini sunuyor. Üstelik eski kaynaklarin ne söyledigini de aktariyor, üstelik modern bilimin ne dedigini de söylüyor, üstelik kendi kisisel deneyimlerini de paylasiyor. Spekülasyon yok; akla hitap etmeyen bi tarafi yok; asiri mistik, spiritüel laflar yok. Insana beynini ve kendini sevdiriyor :) Daha ne olsun?

(Dipnot: Kapak fotografi uzun zaman meditasyon yapanlarin beyninde etkinlestigi tespit edilen , orbitofrontal kortex üzerindeki bir noktayi isaret ediyor. Sözkonusu bölge dogu geleneginde "Ücüncü göz" diye bilinen noktayla ayni yerdeymis.)

8 Kasım 2015 Pazar

Plan proce


Bunca isin arasinda ve böylesi yogun bir dönemde, kafam(ız)da bir takim plan-procelerin ucuşmakta oldugu

 ve o planlarin Aralik 1 itibariyle bitirilip uygulamaya baslamis olmasi gerektigi

ve kendim edip kendim bulduğum...

... son derece dogrudur.


Mavi not

Daha sonra gri tabaka gelip Ocak'a kadar kazik caktiginda,
gök yere yakinlastiginda ve ruhlar daraldiginda animsamak üzere...

Sunu unutmadan kisisel tarihime not etmeliyim:

6.11.2015 - Orta Avrupa!


7 Kasım 2015 Cumartesi

Şenlik


Yaşamın yollarımıza konfetiler serpmeyi unuttuğu tek bir mevsim bile yok.
Gözünü aç. Şenliğe katıl.

6 Kasım 2015 Cuma

Magic Cleaning


Bir arkadasim "Eylülmek" projemi duyunca bir göz atmami tavsiye etmisti. Kütüphanede bana sira gelmesini bekleyince okumak biraz zamanimi aldi. Okumam kisa sürdü yalniz.Toplamda bir günde bitti diyebilirim. Ne kesin okunmali diyebilirim, ne kesinlikle okunmamali... Yenilik olarak sundugu bazi seyleri annemden ögrendim :) "Annenizden ve ananenizden ögrendiklerinizi cöpe atin" önerisini ciddiye alamiyorum öyleyse... Bazi seyleri zenhabits ve benzeri blogger'lar bize zaten anlatmisti. Bazi fikirleri Eckhart Tolle bile söylemisti! Burada da rastlamak hos oldu. Hatirladim, tekrar motive oldum. Bazi fikirlerini yanina yildiz cizerek not aldim. Bazi fikirleri beni benden aldi. Cantalari saklama yöntemlerine ayirdigi üc sayfa gözlerimden yas gelmesine yol acti. Cantalara ve coraplara barbarca muamele edenler hakkindaki fikirlerine hic girmiyorum. Zeytinyagi ve sampuanlari evin baska bir yerinde saklama fikri benim icin uygulanabilir degil :) Teorilerini daha cok bekar, cocuksuz, tek basina yasayan, 20-30larinda genc kariyer sahibi kadinlarla, "One-woman-household" tarzi evlerde test ettigi hissine kapildim. Marie Kondo'nun bizimki gibi bir evde,  benimki gibi bir cocuk ve benimki gibi bir kocayla imtihanina sahit olmayi cok isterdim. Cocuk odasi ve mutfaga dair pek önerisi yok. Giysiler ve aksesuarlar üzerine epey önerisi var. Eve giris ritüeline bayildim, bir sonraki hayatimin bekar ve cocuksuz kisminda benzerinden bi tane de ben edinmeye karar verdim. Bedenimi ve ruhumu isin icine katmasini sevdim.  Ekoloji ve ekonomiyi isin icine katmamasini sevmedim. Onlari da hesaba katarak parlak fikirlerle gelseydi iste o zaman kalbimi tam kazanacakti.  Mutfakta beni mutlu etmeyen, bir gün kirilirlarsa gidip yerine mutlaka ama mutlaka beni mutlu edecek kardeslerini alacagim kupalar var örnegin. Dünya ahvalini ve aile bütcesini hesaba katinca atamiyorum Konmari'cim :) 

5 Kasım 2015 Perşembe

Kütüphane yolundan

Dün ormana degil kütüphaneye gittik ama yollar mantar doluydu :)



Bu kamuflaj yapan minikleri oglan kesfetti :)
 

Fikra da oglandan gelsin : Bay Müller mantar zehirlenmesi sebebiyle hastaneye kaldirilmis. Doktor demis ki taburcu ederken, "Bir daha sakin bilmediginiz tanimadiginiz mantarlari yemeyin". Bay Müller demis ki "Ama doktor, ben de öyle yaptim zaten, bildigim tanidigim tek mantar sinek mantari!" :)) (Sinek mantari: Masallardan tanidigimiz kirmizi üstü beyaz puantiyeli mantar, cok sevimli ama zehirli) 


Bu yapraklara gelince... Ait oldugu agacin adi aslinda "Lale agaci". Ama benim oglan ona "Teufelsbaum" (İblis ağacı) adini verdi. O deyince ben de gördüm, ama olsun biz yine lale agaci diyelim ona :) 


Artik günler kisaldi. Eve dönerken karanlik basmaya baslamisti. Yere baksak mantarlari göremezdik, ben de "e, göge bakalim bari" dedim :)


4 Kasım 2015 Çarşamba

Afacan Beşler



Cocukken en severek okudugum kitaplardandi: Afacan Besler - Enid Blyton
Rüzgarli tepeler, acik hava, kayaliklar,  okyanus kiyilari, yagmur botlari ve yagmurluklar, yürüyüsler, zencefilli kurabiye. Aklimda bunlar kalmis.

Uzun zaman önce kütüphanede gördüm, uzun zaman önce gözüme kestirip oglanin yasinin gelmesini bekledim.

Bir süre önce zamanidir deyip  bir kütüphaneciye serinin neresinden baslayabilecegimizi sordum. Bir numara hala var miydi? "Maalesef en en eskiler artik yok. Ama surada derleme ciltleri var bir kac tane, eldeki en eskileri bunlardir sanirim" dedi. Onlarin da altincisi vardi bir tek o anda, onu aldim. Yanimda oglanin anaokulundan tanidigim bir anne vardi tesadüfen; "Aaa, Afacan Besler! Ben bunlarla büyüdüm" dedi heyecanla. Ortak bir heyecanla gülümsedik birbirimize. Anlasilan epey bir ülkede epey bir cocuk "bunlarla" büyümüstü :)

Bizim oglan da bunlarla büyümeye hevesli miydi? Sanirim derleme cildinin kalinligi biraz cekinmesine yol acti. Epey bir süre kitaba yaklasmadi. Gectigimiz günlerde hastalaninca oturup birlikte okuduk. Atesi varsa, keyifsizse, kendini nasil oyalayacagini bilemiyorsa, özellikle gecenin bir yarisiysa birlikte kitap okumak hem ona hem bana iyi gelir. Onun bagisiklik sistemine, benim de sinirlerime kendi kendilerini iyilestirmek icin biraz firsat tanir.

Okudugumuz ilk hikaye, tesadüf eseri cocuklugumda da okudugum hikayelerden biriydi. Ikimiz de okuyup bitirdigimizde, kizkardesim deniz fenerinden kayaliklardaki labirentli magaralara bir baglanti oldugunu kitabin o kismina gelmeden önce anladigini söylemisti de, kiskanclikla karisik bir hayranlik duymustum kendisine hatta. Bunca yil sonra bunu animsamak ne ilgincti. Yukaridaki gri hücrelerde galiba bütün cocuklugum hala kayitliydi.

Cocuklugumdan animsamadigim yeni izlenimlerim de vardi tabii.

Yetiskin gözüyle Profesör Kirrin tam sopalik bir adamdi bana kalirsa. Durmadan evi terörize eden profesör arkadasiyla kendisiydi. Sessizlik istiyorsa kalkip kendine sessiz bir ortam bulsundu. Gören de bu ikisini atom fiziginin derin mekanizmalarini aciklamakla mesgul sanirdi. Büyük olasilikla ugrastiklari konu incir cekirdegini doldurmazdi. Bayan Kirrin bence cok taviz veriyordu.

Johanna kitabin asil kahramaniydi. Görünüste bütün gün mutfakta birseyler pisirip tasirmakla mesgulse de; ne calisma odasinda büyük icatlarin, ne rüzgarli kayaliklarda büyük maceralarin pesinde olsa da, evet, asil kahraman oydu. Bütün ögünleri, krapfenli ve kurabiyeli ara ögünleri hazirladigi bir yana, afacan beslerin "Proviant"larini hazirlayip sepet sepet kutu kutu ellerine tutusturan da oydu. Bütün hikayelerde -evden ve Johanna'dan uzak da gecseler- onun karakterine karsilik gelen birisi mutlaka vardi. Bi ciftlik sahibinin karisi veya yatili bir binicilik kursunun sahibi olan kadin... Onlarin hepsine genel olarak Johanna diyoruz.

Georg bütün erkek gibi görünme ve davranma cabasina karsilik mizmizin tekiydi, Anne'den daha fazla kiz kaprisi yapiyordu.

Ayrica hikayelerin ikisinde daha erkek gibi olma - görünme cabasinda kizlar vardi. Ortalik asil adi Henrietta olan Henry'lerden, Harriet olan Harry'lerden gecilmiyordu. Acaba bunu o dönemin Ingiltere'sinde cinsiyetci sosyal rollere karsi bir direnisin baslangici gibi mi görmek gerekirdi?

Anne aslında bayağı sıkı bir kizdi. Haydutlarin elindeyken, magarada oturdugu yerde uyuyabilmesini ve deniz fenerinde mahpusken delirmeyip hala cay demlemeyi falan düsünebilmesini baska nasil aciklayabiliriz?

Cay demisken... Evet, her firsatta deli gibi cay iciyorlardi. Deniz fenerinde islerin en karistigi anlarin birinde Julius "kendime gelmem icin bi cay icmem gerek" diyordu. Sonra olay cözülüp dertler bittikten sonra olay mahaline gelen polise de hemen cay demleyip ikram ediyorlardi. Ingiliz olmak herhalde böyle bir seydi :)

Sicak yaz günlerinde hem dondurma, hem limonatayla serinlemeye kalkmalari belki biraz züppeceydi ve üstelik Cola da iciyorlardi. Neyse ki o kismi ben okudugum icin hemen filtrelemeyi basarmistim. Ne de sansürcü bir anneydim böyle :)

Ve haklisin Handancim, Afacan Besler odanin ortasina kendi piknik düzenini kurmadan cekilmiyordu. Bizim oglan her yemekten sonra karin agrisi cektiginden odasinda azar azar ama sürekli zarar vermeyecek seyler yiyip icme moduna girmistik. Su, elma suyu, muz, elma, cubuk kraker, etimek ve pirinc patlagindan olusan menüyle bir piknik ortami Afacan Besler'e eslik etmekteydi.

Kitabin sonuna dogru oglan kitabi elimden kapmis, bir kösede kendi kendine okuyarak demlenmekteydi :)

Bi de bunlarin gizli yedi olani mi vardi? ;)


  

2 Kasım 2015 Pazartesi

Ortak

Çok uzun süre önce bir kez bahsetmiştim. Birbirine uzak gibi görünen dillerde aynı deyimlere, atasözlerine rastlamak bana ilginç gelir. Koleksiyonunu yapiyorum bu ortakliklarin. Cünkü cok uzak, cok eski bir kültürel yol ayrimina veya cakismaya isaretmis gibiler.

Ada'yi okurken bir örnegine daha rastladim, gülümsedim: "Die Hunde bellen, die Karavane ziehen weiter".

Kelimesi kelimesine su demek:
"It ürür, kervan yürür."

Ada'nin orijinali Ingilizce olunca merak ettim, gittim bir de oradan baktim:
"The dogs bark, the Caravan passes."

Bu kez "karavan"a,  coook eski ve günlük konusma dilinde baska kullanim örnegi neredeyse kalmamis fiile ve güzeller güzeli kafiyeye bakarak, kaynaginin Dogu kültürü ve Türkce oldugunu varsayabiliriz sanirim.

Önemli mi? Yani kaynagi önemli mi, bu ortaklik önemli mi? Bana önemli geliyor.
Hepsinden de önemlisi, bu köpeklerin ne demeye "ürüyüp" durduklari sorusu...
Karavanin bu kendinden memnuniyeti, bu kendinden ve gittigi yerden eminligi...
Beni düsündürüyor.

Diyalektik

Bu arada belirtmeden gecemeyecegim. Bütün ömrüm boyunca "Hegel...diyalektik..." bidi bidisi yapanlara sinir olmusumdur. Hayat böyle iste. Seni sinir oldugun seyle bizzat denemeden birakmaz. Üstelik oglan hasta... Üstelik ailecek varolusun daha dip, daha temel bir sorunsalina dalmis durumdayiz. "Yeterince sivi aliyor mu acaba?" , "Ekmek olsun yiyebilir mi ki?"

Diyalektik ne ya?

1 Kasım 2015 Pazar

çokluk üzerine

"Nerde çokluk, orda b.kluk" da deriz, çokluğun, çesitliligin üzerine güzellemeler de yazariz.
Çokluk bazen bela gibidir gözümüzde, bazen evladir. 
Bazen yikici güctür, kaostur; bazen yaratici güctür.
Hangisi doğru?

Bu soru zaman zaman aklima takilir. Bazen birini, bazen digerini savunmakla celiskiye düsüyoruz gibi gelir. Neden baskasinin aklina takilmadigi da aklima takilir.
Megerse Pauli'nin aklina da takilmis.

Pauli Heisenberg'in tüm meslek yasamina eslik eden arkadaslarindan biri. Yasca ve tecrübece biraz daha büyük ondan. Tanismalarindan itibaren Heisenberg'in önemli bilimsel konuklarda hep dönüp fikrini sordugu bir "büyügü" olmus. Bazen tatli, bazen sert, hep destek görmüs ondan.

1950'lerde Amerikali atom fizikci Lee'nin bazi ilginc gözlemleri sebebiyle Pauli ve Heisenberg bu konunun aciklanmasina yogunlasiyorlar. Aralarinda gidip gelen mektuplarda hararetli tartismalar oluyor. Ana konulari atom cekirdeginde ikilik ve simetri.  Pauli bir mektubunda "Zweiteilung (Ikiye bölünme, Dichotomie, Catallanma) Iblis'in cok eski bir özelligidir. Zweifel (Süphe) sözcügünün en eski anlaminin Zweiteilung olmasi gerekir" diye yazar. Baska kaynaklarin da belirttigi üzere, iblis sembolü olarak yilan ve onun catalli diliyle, eski resimlerde elinde tuttugu catal hep bu ikiye bölünmeye, catallanmaya isaret eder. "Ben" ve "O" diyerek bizi getirip ilk yol ayiriminin basina birakan da kimdir zaten?

Peki o yaratici güc?
Neden Lao Tzu, Tao The Ching'de söyle der?
Tao, Bir'e hayat verir.
Bir Iki'ye hayat verir.
Iki, Üc'e hayat verir.
Üc, tüm varliklara hayat verir. 

Ay, karisik bir is bu is. Daha bu isin Aristo mantigi var, Kartezyen mantigi var. Hegel ve onun diyalektik yöntemi var. Ve hepsinin de ortasinda sanki Heisenberg'in "Belirsizlik" ve Bohr'un "Tamamlayicilik" ilkesi var. Üstelik sokaktaki insaniz biz, quantum mekanigi ile felsefe üzerine okudugumuzun cogundan bir sey anlamiyoruz. Öyleyse nasil oluyor da "bilir" gibi oluyoruz?

Benim kafam karisti, dagittim yaziyi. Anahtar kelimeler burada yalniz.
Bir de maviyle sariyi toplayinca yesil oluyor biliyor musun?
Gerisini sen toparlayiver artik.


Geç-miş zaman

Ahmet Altan babasinin ardindan upuzun bir yazi yazmis. Upuzun yazinin bir yerinde, tek bir cümlede gidenin ardindan bakanin acisini  ve insanin geçicilikle bitmek bilmeyen imtihanini ne güzel özetleyivermis: 

'Bütün bu hikâyeleri geçmiş zamanda anlatmak öldürecek beni.'

29 Ekim 2015 Perşembe

Ada


Eiland (Island)
Aldoux Huxley, 1962


Aldoux Huxley "Ada"yi ömrünün son yillarinda yazmis. Piper Yayinlarindan cikmis Almanca baskisinin arka kapaginda da belirtildigi üzere "Cesur Yeni Dünya"nin pozitif yöndeki zitti. Cesur Yeni Dünya bir distopi ise, Ada ütopik bir roman.

Hikaye Ingiliz gazeteci Will Farnaby'nin bir deniz kazasindan sonra Pala adli adaya yarali olarak cikmasiyla basliyor. Pala Endonezya civarlarinda, bir milyon kadar insan yasayan tropik bir ada. Bagimsiz bir devlet. Kendine göre kanunu, hukuku, egitim sistemi, bilimi var. Adaya girisler kontrol altinda ve yabancilar ancak özel izinle girebiliyor olsa da, cikislar serbest. Isteyen gidip Ingiltere'de veya kita Avrupa'sinda okuyabiliyor. Bunu özellikle not ediyorum, cünkü bir robinsonad veya issiz ada hikayesi okuyacagimi sanmistim. Öyle degil. Palalilar 19. yüzyilin sonlarinda Ingiliz bir doktorla adanin Raca'sinin ilginc sartlar altindaki karsilasmasinin ardindan bildigimiz dünyanin sartlarini büyük ölcüde reddeden, kendine özgü bir yeryüzü cenneti, bir "ütopik uzak ülke"  kuruyorlar kendilerine. Ingiliz doktor bilimden islerine yarayacak ne varsa onu alip getiriyor, Raca ruhsal acidan derin ve zengin bir adam. O taraftan alip getirilecek, ise yarar ne varsa getiriyor. Yeni Pala bu ikisinin bir bilesiminden kuruluyor. Dünyadan kopuk degiller, "disarida" olan her seyden haberdarlar ama disaridakiler gibi yasamaya istekli degiller. Bütün hikaye boyunca Huxley bize kafasindaki bu ütopik cennetin detaylarini anlatiyor aslinda. Hareket az, uzun konusmalar var. Bir fikir kitabi da olabilirdi ama Huxley kendini roman formatinda daha rahat hissediyor belki de. 

Huxley'in Budizm hakkinda epey bilgi sahibi oldugu anlasiliyor. Cennet adasinda din ve genel olarak onun afyon tarafi reddedilse de, basbayagi Budizm üzerine kurulmus bir sistem var. Her noktada bütünsellik, birlik, empati, olmak vb. prensipler tekrar tekrar karsimiza cikiyor. Daha adaya ilk ciktigimiz anda bizi "Dikkat!" , "Simdi ve burada!" diye seslenen papaganlar karsiliyor.

Peki bu ütopya nereye varir? Kitaba dair her yazida bangir bangir bagirarak belirtildigi icin spoiler'e girmez. Hikayenin sonunda dis dünya gelip yok ediyor o cenneti. Ya da yok edisinin ilk adimlarina sahit oluyoruz ve sonucunu bildigimiz eski hikayelerden tahmin ediyoruz o yikiciligi. Yine de sarsici, yine de beklenmedik. Huxley sanki umutlu bir hayal kuruyor; sonra hayale kapilmaktan, o umudu duymaktan yana korkup geri cekiliyor. Yine de okunasi, üzerine düsünülesi ve umut duyulasi bir hayal :)

Ilginc bulup not aldigim kisimlar (Kitabin sonlarinda sözü gecen bir sebepten Bach'in Brandenburgisches Konzert Nr 4' ü esliginde okunabilir) :

- "Dikkat et" diye bagiriyordu dile gelmis obua. "Dikkat et!"
"Neye dikkat?" diye sordu Will, Mary Sarojini'nin verdiginden daha doyurucu bir yanit almayi umarak "Dikkat etmeye" dedi Dr. MacPhail.
"Dikkat etmeye mi dikkat?"
"Elbette"

Büyük Raca'nin Notlarindan:
- Hiçbirimizin bir baska yere varmak icin çabalaması gerekmiyor. Çünkü, aslında -keske bilseydik- hepimiz zaten oradayiz.
-Dinde tüm sözcükler kirlidir. Buda, Tanrı veya İsa’yı dillerinden düşürmeyenlerin ağızlarını
karbonatli sabunla yıkamasi gerekir.
-Olduğumu sandığım kişi ve özvarlığım – diğer bir deyişle, acı ye acının bitimi. Olduğumu sandığım kişinin çektiği acıların aşağı yukarı üçte biri kaçınılmazdır. Bu acı insan olmanın doğası gereğidir; özgürleşme peşinde koşarken doğa yasalarına bağımlı, geri döndürülmez zaman içinde, esenliğimize, tümüyle kayıtsız bir evrende yaşlılığa ye ölümün kaçınılmazlığına doğru ilerlemeye mahkum, sezgili ve bilinçli, varlıklar olmamızın bedelidir. Acıların üçte ikisiniyse kendimiz yaratırız ve evrensel açıdan bakıldığında, bunlar kesinlikle gereksizdir.
-Bize günlük güvenimizi ver ve bizi imandan kurtar Tanrim! (Güven ve iman karsilastirmasi!)

Will'in Susili, Vijaja , Dr. MacPhail  ve digerleriyle ile yaptigi sohbetlerden:
- "Insan unutmayi ögrenebilir mi?"
"Mesele unutmak degil. Insanin ögrenmesi gereken animsamak ama gecmisin yükünü buna ragmen tasimamaktir."

-Iki ayri bakis acisi : Tanri , "Tamamen öteki" olarak <> Tanri, "immanent" (içkin) olarak.
"Bir toplumun Tanrıbilim kuramları o toplumda çocukların popolarının durumunu yansıtır" ( Bir toplumda cocuklarin fiziksel siddet görmesiyle teolojik bakis acisinin paralelligi üzerine baglanti kuruyor. Augustinus ve Luther'den yola cikip , Ikinci Dünya Savasi'na kadar dayak yiyen cocuk popolari üzerinden toplumbilim, tarih ve felsefe. Daha öz bir deyisle, Tanri içkinse cocugunu dövmezsin.  Okunmali!)

-"Insan oraya nasil erisir?"
"Insan oraya erismez. Orasi insana gelir. Ya da daha ötesi, "orasi" gercekte buradadir."

-Deli (aptal) deliliginde (aptalliginda) israr ederse bilgelige ulasir. (Blake'den  oldugunu sandigim bir alinti)
-Acaba hangisi daha iyi; akıllılar arasında bir aptal olmak mı, yoksa çılgınlar arasında
akıllı olmak mı?

-Buddha: "Size acı ve ızdırabı gösterecegim ve aci ile izdirabin sonunu..."
-Buddha'nin konusmadan cicek gösterme vaazi.

- Dr.MacPhail: "Biz burada daima ulusal ekonomimizi ve teknolojiyi insanlara uydurma yönünde karar verdik. Halki ekonomi ve teknolojiye uydurmak yönünde degil...

...


28 Ekim 2015 Çarşamba

Tırmanma



5 yasindan beri tirmanma kursuna gidiyor. Gecen 3 yil ciplak elle, aletsiz tirmanma kursuydu. Bouldering diyorlar o türlüsüne. Bu yil aletli, özel kemerli ve ipli tirmanmaya gecti. Bu ikisi birbirinin öncülü ardili degil. Aletsiz tirmanma tamamen ayri bir uzmanlik alani. Bu yöntemle gökdelenlere tirmanan gencler var. Bu türlüsüne Roofing deniyor. Illegal. Dertleri tam ne, bilmiyorum. Deli olduklarini düsünebiliriz ama bir belgeselde gördüm, aksam haberlerinden tanidigim bazi insanlardan daha akli basinda göründüler bana.

Simdi aletli tirmanmada daha yakindan izliyorum oglani ve kursa katilan diger cocuklari. Sadece fiziksel kondisyonu gelistiren bir spor degil. Bütün kaslar calisiyor, hem de müthis calisiyor, o ayri hikaye. Fakat ayni zamanda koordinasyon, dikkat, organizasyon, planlama  gibi beceriler de gelisiyor. Cüsselerine bakarak 5 yasinda oldugunu söyleyebilecegim cocuklar, mini mini cocuklar, ciddi ciddi planlama yapiyor, kendilerini duvarin sartlarina ve cevrelerindeki diger cocuklara göre koordine ediyorlar. Evet tek kisilik spor gibi görünse de bir yandan, aslinda kesinlikle takim oyunu. Futboldan daha fazla takim oyunu. Duvari ortak kullanmalari ve birbirlerine zarar vermemeleri gerekmesi bir yana, bütün cocuklar bir saatlik egitim boyunca üc kisilik gruplar halinde, üc ayri rolü de talim ediyorlar her hafta. Cocuklardan biri tirmanirken diger ikisi asagida onun ipini güvenli sekilde tutuyor, asagiya inis icin kendini saliverdiginde de güvenli inisini sagliyor. "Schutzengel" yani koruyucu melek deniyor asagidaki o iki cocuga. Böylece cocuklar sosyal iliskinin de ötesinde bir örüntüde hem birbirlerine güvenmeyi, hem de baskalarinin güven duyacagi bireyler olma sorumlulugunu almayi ögreniyorlar. Sonra türlü türlü dügüm atmayi ögrenmeleri gerekiyor. Benim oglan hararetle dügüm atma tekniklerini ögrenmeye kafa yoruyor bugünlerde.

Bir yandan icime Cetin Altan'in dedigine benzer seyler doguyor. Her köye tenis kortu hayali kurardi hani. Her köye tirmanma duvari keske diyorum :) Öte yandan absürd geliyor. Ne bileyim...

Daha da öte bir yan var öte yandan. Köyde büyüdügünü bildigim pek cok kisi buna cok benzer dogal deneyimlerden bahseder. Dere kiyisina inip cikma, tepeye, kayaliklara tirmanma, yürüyerek yaylaya cikma... Dereyi aldilar, kayaligi aldilar, yayla yoluna asfalt döktüler, yerine bir tirmanma duvari koysalar cok mu?

Cünkü bunun iyi geldigini hissediyorum. Cünkü bunun önemli oldugunu hissediyorum . Fiziksel, beyinsel ve sosyal cabalamanin bu türden bir aradaliginin, bu fiziksel, zihinsel ve duygusal "challenge"i deneyimlemenin... Her derde deva aspirin oldugunu ilan etmiyorum. Bütün cocuklar tirmanmali demiyorum. Fakat cocuklar ne kadar da tüm bunlari deneyimlemeden büyüyorlar. Bir aradaligini gectim, ayri ayri bile deneyimlemiyorlar neredeyse... Artık tepelere, kayalıklara tırmanarak büyüyen çocuklar değiliz. Ister istemez bir karsilastirma yapiyor zihnim. Ister istemez  sorular uyaniyor aklimda. Oglum duvarin en yüksek kismina henüz cikamiyor. Yukarilarda cikintilarin azaldigini, basacak yer bulamadigini söylüyor ki, disaridan bakan bana göre durum öyle degil. Sanirim yukarilara ciktikca korku da yükselmeye basliyor icinde ve bu da durumu tam degerlendirmesine engel oluyor. Kurs ögretmeni hicbir zaman zorlamiyor. Istedigi zaman asagiya koruyucu meleklere seslenebilir ve onlarin yardimiyla güvenle asagiya inebilir. Ama bir gün en yukariya tirmanmayi basardiginda, bunu  korkusuna ragmen basardiginda ve yukaridan asagiya baktiginda ve orada durup buraya bakmayi deneyimlediginde ve sonunda koruyucu meleklere seslendiginde ve kendini asagi onlara duydugu takimdas güvenle sallandirdiginda ve asagiya indiginde ve bir digerinin yukariya dogru tirmanmasi sirasinda aslinda gayet de sıkıcı bir is gibi görünen koruyucu meleklik rolüne büründügünde ne hissedecek? Ve o duyguyla büyümeyi basarirsa nasil bir yetiskin olacak? Ne kadar absürd gelirse gelsin kulaga, her "köyde" bir "tirmanma duvari" olsaydi, nasil yetiskinler olurduk biz?

Dipnot: Üc gün ugrastim su yaziya. Yazdim, cizdim, sildim, dagittim, toparladim, dagittim. Alt tarafi oglanin fotografinin altina "tirmanmak cok iyi bi sey" minvalinde iki satir yazacaktim. Her günün sonunda yayinlamaktan vazgectim. Bugün ücüncü gün. Sıkıldım, yayinlayacagim. Üstelik bu sabah ilginc bir sey oldu. Elimdeki ütopik kitapta kayaliklara tirmanmanin bir tür ergenlige gecis ritüeli gibi kullanildigina dair bir bölüm okudum. Tesadüfe bak! Sanirim tam olarak böyle bir seyi anlatmaya calisiyordum.  Ya da en azindan "tirmanmak cok iyi bir sey"...


26 Ekim 2015 Pazartesi

Şizofren

Türk gazeteleriyle Pinterest arasinda gidip gelmenin şizofrenik kişilik geliştirme üzerine olası etkilerinden endişe ediyorum.

Parça ve Bütün


Der Teil und das Ganze
Gespräche im Umkreis der Atomphysik
piper, 1969


Hikayeyi ögrencisinden okumustum, bir de ögretmenin agzindan okumak istemistim. Ögrenci Hans-Peter Dürr, ögretmen Werner Heisenberg. Heisenberg kendi adiyla anilan ünlü Belirsizlik Ilkesini ortaya koyan kisi. Bu ilkenin sunuldugu 1927'deki ünlü Solvay Konferansi bulusmasinda Einstein'in "Sevgili Tanri zar atmaz" demesine sebep olan kisi. Yaniti Bohr vermis: "Sevgili Tanri'nin evreni nasil idare edecegine karar vermek bizim görevimiz olmamali, öyle degil mi?"

"Der Teil und das Ganze" icin bir tür otobiyografi denebilir, Türkce'ye cevrilirse adi "Parça ve Bütün" olabilir. Heisenberg kitapta 1. Dünya Savasi'nin bitiminden hemen sonra genc bir lise mezunu iken basliyor hikayesine. 1965'te 2. Dünya Savasi'ndan sonraki dönemde bitiriyor. Fakat tüm detaylariyla yasamini anlattigi bir kitap oldugu söylenemez. Evliliginden ve özel yasamindan yeri geldiginde kisaca bahsediyor, öte yandan belki de en büyük mesleki basarisi olan Nobel ödülünden neredeyse hic bahsetmiyor.

Kitap bastan sonra Heisenberg'in meslek yasaminda karsilastigi, cogunu ismen bildigimiz bilim adamlari ve felsefecilerle yaptigi sohbetlerden olusuyor. Niels Bohr, Wolfgang Pauli, Arnold Sommerfeld, Albert Einstein, Carl Friedrich von Weizsäcker, Erwin Schrödinger, Max Planck,  bunlardan en cok dikkat cekenleri. Bütün bu sohbetler bilimsel enstitülerin calisma odalarinda, laboratuvarlarda, konferanslarda veya bu bilim adamlarinin ciddi oturma odalarinda gerceklesiyor sanirsak yaniliriz. Bazen deniz kiyisinda, bazen ormanlarda yapilan yürüyüslerde, Alplerde bir kayak kulübesinde, cig riski esliginde veya bir yelkenlide atlatilan bir firtinanin ardindan, yani tuhaf, sert dogal sartlarin esliginde gerceklesiyor. Bir sohbet 2. Dünya Savasi sirasinda bir bombardimandan kurtulan Heisenberg ile arkadasi yürüyerek sehrin banliyölerindeki evlerine ulasmaya calisirken gerceklesiyor örnegin. Bu sirada yanlislikla bombardimandan kalan bir fosfor birikintisine basan Heisenberg'in ayakkabisi tekrar tekrar alev aliyor, gayet derin bir konusmanin ortasinda Heisenberg durmadan ayakkabisini söndürmeye calisiyor :) 

Heisenberg kayit altina alinmamissa da, büyük ölcüde gercege yakin animsadigini belirttigi bütün bu sohbetlerle bize 20.yy 'in ilk yarisinda Alman bilim cevrelerinin canli bir tablosunu ciziyor. Bilimin nasil sekillendiginin de canli örneklerini sunuyor. Sasirtici, absürd, adeta bizimkinden baska bir dünya.. Platon diyaloglari okuyan lise mezunlari, bos vakitlerinde oda müzigi yapan asistanlar, kayak kulübelerinde kendi yemeklerini kendileri pisirerek tatil yapan ve bu arada son bilimsel gelismeleri konusan, ama bir o kadar da tarih, felsefe, siyaset, biyoloji, dilbilim üzerine kafa yoran atom fizikcileri... Anlattigina göre belirsizlik Ilkesi'ne karsi cikan Einstein, Heisenberg'le daha önce yaptigi bir konusmada "Sonucta neyi gözleyecegimize karar veren en basta kurdugumuz teoridir" diyerek bu ilkenin kesfine ilham vermekle kalmiyor, bilimin (ve bu arada kendisinin de) sikca düstügü hataya dikkat cekiyor. Sohbetlerden kimi tarihsel olaylarin gelisimini de takip etmek mümkün. Heisenberg'in bakis acisiyla tabii...

Demokrit "Önce Atom vardi" demis. Quantum fizigi ise "Önce simetri vardi" diyor. Bu ifadeyle ilk karsilasmamiz Dürr ile olsa da, sözün ögretmenine ait oldugu anlasiliyor. Ve onun da bu görüsü Platon'a dayandirdigi... Her kitap en azindan bir baska kitaba baglanir demistim ya...Timaios okunacak el mahkum.