30 Haziran 2015 Salı

Enerji fazlasi


Bir de bu acidan bakalim mi?
Cok önemli bir sey söylüyor Ivan Illich.
Kitap: Senlikli Toplum.

FB-15.04.2015

Dağlar ve ağaçlar

Sevdiğim bir hikayedir, daha önce paylaşmış mıydım?:
Bilge bir gün dedi ki: 'Ruhsal gelişmenin üç seviyesi vardır: Duyusal, ruhsal ve tanrısal'
İlgilenen öğrenciler 'duyusal seviyeden ne anlaşılır?' diye sordular.
' Bu ağaçların ağaç, dağların dağ olarak görüldüğü seviyedir.'
'Peki ya ruhsal seviye?'
'O seviyede insan nesnelerin daha derinini görmeye başlar; artık ağaçlar ağaç, dağlar dağ değildir.
'Ve tanrısal seviye?'
'Ağaçların tekrar ağaca , dağların da tekrar dağa dönüşmesidir' dedi bilge hafif bir gülümsemeyle 'işte ona aydınlanma denir.'


28 Haziran 2015 Pazar

...zaten çoğu şey değmez çok konuşmaya...
Tamam, yeni çocuklar yakışıklı, cool, alternatif filan ama olmayınca olmuyor iste...
Ne olacak bu komşunun hali?

Amaaaan!

Mart ayinda GermanWings ucagi düstügünde "ucakta Türk de var miydi? vardi ... yoktu... kac taneydi? ... Disisleri dedi ki..." minvalinde dönen Türk medyasina cok kizmistim. Dün Bild'in ana sayfasinda iki kez (cünkü gazetecinin önünden iki kez gectik, yoksa ne isim olur Bild'le) "Tunus'taki saldirida ölenler arasinda Almanlar da var " diye okuyunca tepem ayni atisla atti. Amaaaan, birinizi alip ötekinize vursak care olur mu? Sahiller ve ucaklar, camiler, kiliseler ve sinagoglar, alisveris merkezleri ve meydanlar "insan" dolu, "insan", bi anlatabilsek :(
Bazi notlari FB'dan buraya farkina varmadan iki kez tasidigimi farkettim. Bir dikkatlice arsive dalip fazla olanlari silmek gerekse de, ne enerjim, ne istegim var. Böyle de tembel blogger'im , idare ediverin artik. Veya siz rastlarsaniz haber ediverin, sileyim.
Bu kızı seviyorum :) >>>

27 Haziran 2015 Cumartesi

Hesap



2050'ye kadar dünya üzerindeki her insanin yillik en fazla 2,7 Ton CO2 üretme hakki varmis. Miktar degismis olabilir, kitap üc bes yil eskimis ama ardindan gelen tesbit baki: " Kim bu sinirlamayi kabul etmiyorsa, ya iklim korumasina karsi demektir, ya da küresel adalete..."

24 Haziran 2015 Çarşamba

Odur.



Karnı acıkınca yere iner, çalı diplerini eşeler. Midesi hep yere ceker.
Aşka gelince de böyle  civarin en yüksek ve ufka açık noktasina yerlesir; aşkı hep göğe çeker. 
En vefalı arkadaşım odur; 
hüznümün ortağı, tesellim odur; 
umudum odur; 
dersimiz yaşam olunca en şahane ögretmenlerimden biri odur. 
Bi sabah yağmur yağıyordu gün dogarken. Gök gürültüsünü bile dinlemeden söylüyordu şarkısını.
Boyuna bakmadan pervasızdır, korkusuzdur, kahramanım odur. 
Veya yaşamın karşısında gökgürültüsü neyse, kendisinin de o oldugunun gayet farkında,
ve hiçbir gün doğumunu, ama hiçbirini kaçırmaması gerektiğinin farkında, 
bilge odur. 
Zoologlar şarkıcılığı için başka sebepler anlatabilirler bize. 
Benim icin, sırf benim için öttüğünü sandığım odur. 


Kainatta bi yerdeydim...

Bazi yazilar var ki yazmaya ya zamanim yok, ya istegim... Ama aklimi mesgul eden konular olarak tarih(im)e izi düssün istedigim de oluyor bazen. Arada bir yazamadigim yazilari mi listelesem?

Bu ara sunlar var örnegin...

  • Lavantali cilek marmeladinin ne kadar da iyi bir fikir oldugu...
  • Komsunun budayip attigi asma dallarinin bizim mutfakta zeytinyagli yaprak sarmasina dönüsmesinden ve bizim mutfaktan çıkan sogan, salatalik, havuc kabuklarinin onun bahcesinde komposta dönüsmesinden yola cikarak "komsu komsunun külüne muhtactir" sözünün literal anlamiyla da dogru oldugu...
  • Günlük sosyal medya dozajimi minimumda tutma cabama ragmen, yine de bazen savundugu seyden cok (cünkü evet, herkes caninin istedigini düsünmekte özgürdür), düsündügü seyi savunma seklini cok ucuz, cok berbat, cok can sıkıcı buldugum yazilara denk gelmem, sosyal medyada aldigi onay ve begeniyi göz önüne alarak, ayni dili konustugum insanlardan yana süpheye, umutsuzluga  düsmem ve "Günesimden kac!" deme istegiyle dolmam... Kainatta bi yerdeydim...la la la... Bir türkü söylemekteydim... la..la..la (Bi dakka, video kaydinin sonlarinda dinleyiciler gercekten "Hülooooggg" diye mi bagiriyor, yoksa bana mi öyle geldi? :)
  • Baska sebeplerle degilse de, en azindan carpim tablosunu ezberletmeden carpma ögretebilme becerisi sebebiyle Alman egitim sistemi karsisinda sapka cikardigim...
  • 5 yasinda okumayi söken oglanin 8 yas itibariyle "Sen okuuu!" deme huyundan vazgecerek, bazi kitaplari artik bastan sona kendi okudugu ve bu konunun da annelerin bosu bosuna endiselendigi konular listesine eklenmesi gerektigini yolda benden geride olan baska annelerle paylasma istegim...
  • Aslinda tek cocuklu analara, özellikle o cocuk 5 yasindan kücükse sosyal medyada annelik üzerine yayin yapma yasagi getirilmesi üzerine bazi anti-demokratik fikirlerim... (Bebegin ilk disini ve mutfak zeminine unu serpip onun üzerine ilk ciziklerini atma fotografini filan yayinlayabilir, onda sorun yok, hepimiz yaptik iyi kötü...) 
  • Kara tavuklarin ne sahane ögretmenler oldugu... (Himm, bunu belki ayrica ve uzunca yazabilirim..) 
  • Bir sürü iyi film önerisi almis olmama ragmen bir filmi basindan sonuna izleme yetenegimi yaklasik 9 yildir yitirmis olmam sebebiyle izleyememem ve üzünc duymam... 
  • ...

Pifff, bu da  Hindiba'nin yaz(a)mayisini anlatan, yine de basli basina, bir yazi oldu be... Herseyi Karabas gibi, bir Hitit aslani gibi sessizce , yorum yapmadan izlemek ne kadar da zor...

22 Haziran 2015 Pazartesi

çünkü dünyadaki bütün insanlarla tanışmak istiyordum.

Yaklasik iki bucuk yasindayken yürüdügümüz sokaklardaki bahce kapilarini acıp içeri girmeye calisirdi. Tanimadigim semtdaslarim, konum komsum yanlis anlamasin, cocugu cok basi bos biraktigimi düsünmesin diye uyarimi Almanca yapardim. Ilk ögrendigi sözcük "Nein!" olduysa , iste o yüzden. Tam büyüdü, akillandi, unuttu derken bu kez üc bucuk-dört yas civari anaokulundan eve dönerken yürüdügümüz sokaklarda bahce kapilarindaki zilleri calma cabasi basladi. Aciklamaya calisiyorum olmuyor, engellmeye calisiyorum, kolumun altindan kayip denemeye devam ediyor. Kiziyorum olmuyor, "ama annecim, bak olmaz" diye cici cici konusuyorum, olmuyor. Zaten üc bes yil sonra ögreniyorum ki "annecim" demem külliyen hata, daha ordan kaybediyorum. Neyse, bir kac kez basardi o zillere basmayi. Bazen zil bozuktu, bazen ilgili sahis evde yoktu, bazen de ben o kadar yorgun ve sinirliydim ki olay mahallinden hizla uzaklastim. Herhangi bir semtdasla bu baglamda yüzyüze geldigimiz olmadi.

Bir kac gün önce bu kez büyümüs ve durulmus bir okul cocuguyla ayni sokaklarda yürürken aklima geldi birden, "cocugum sen kücükken böyleyken böyle yapiyordun, hatirliyor musun? derdin neydi? zile basmak mi ilginc geliyordu? bizim kapinin ziline bastirsaydik sana istedigin kadar, bak simdi aklima geldi" dedim. 

Gülümsedi.
"Animsiyorum" dedi "cünkü dünyadaki bütün insanlarla tanismak istiyordum."

Icim cizz etti. Kötü oldum. Aklimin bir kösesi hep bu ihtimal üzerinde durmus, ben onu hep öteye kovalamistim. Hatta kücük cocuklar zillerine bastiginda kapiya cikip "aa, merhaba, gel tanisalim seninle" diyen yetiskinlerin oldugu bir sehir, bir dünya hayal etmistim oglana cemkirirken.

Dünyadaki bütün insanlarla tanismak  isteyen ufku genis, yüregi genis cocuklar icin biz yetiskinlerin kurup tasarladigi citli, kapili, zilli sehirlerde büyümek ne kadar da zor.

Ve siz oglumla tanisma sansini yitirdiginiz icin ne kadar da eksiksiniz.

21 Haziran 2015 Pazar

Yazının tarihi



Geschichte der Schrift
Harald Haarman
C.H.Beck, 2002

Bu kitabı gecen ay mı ne okumuştum,  arada kaynamis... :) Bize daha önce sayilarin tarihini anlatan Haarman, bu kitapta da yazinin tarihini anlatiyor. O kitapta oldugu gibi bu kitapta da Tuna Medeniyeti diye bir seyden bahsediyor. Mezopotamya'dan da önce sehir benzeri yerleskeler kuran, esitlikci, demokratik, tarim yapan, yetistirdiginin fazlasini depolamak üzerine ilk ekonomik hareketleri baslatmis gül gibi bir Avrupa medeniyeti koyuyor önümüze. "Işık doğudan yükselir demiştiniz, ama bak galiba Batı'dan yükselmis" derken, icinden kikirdiyor mu hafiften? Sanki öyle geliyor kulaga...  Yaklasik M.Ö. 5000'lerden bahsediyor. Pek güzel, pek ilginc... Ama biraz arastirinca internette bu teoriden bahseden Haarman'dan baska kimseyi de bulamiyoruz. Daha tarafsiz kaynaklardan belki bir kez daha okumak üzere Tuna medeniyetini simdilik aklimizin kuytu bi rafina kaldiriyoruz. Onun disinda ilgiyle ve merakla okuyoruz. Bol bol not aliyoruz. Dünyanin üc bes bin yil önce ne kadar "networked" olduguna pek bi sasiyoruz. Nehir kenarlarinda yasayip sistematik tarim yapan bazi insan topluluklari, yetistirdiklerinden artani almaya, satmaya baslamasaydi ve alip sattigini sıkı sıkıya akli disinda bir yerlere not etmek ihtiyaci duymasaydi bugün yazi diye bir teknolojimiz olur muydu, süpheye düsüyoruz. Kuslardan, ilkbahar dallarindan, insanin yüzünü isitan günesten bahseden bi sair medeniyet örnegin, ugrasir miydi yazi diye bi seyi kesfetmekle. Neyse, ne kadar kizsak da iste bu biriktirici, toplayici, istifci, alici , satici medeniyetin de ise yarar bi kac icadi var. Diye düsünüyoruz. Veya gercekten öyle mi diye yazidan da, yararliligindan da  süpheye düsüyoruz. Mesela yazi olmasa internet olur muydu? veya sadece begen tusu olan bir instagramdan mi ibaret olurdu. Diye düsünüyoruz... Düsünüyor oglu düsünüyoruz...  Bu da böyle bi kitap iste...Diyor, huzurlarinizdan saygilarla ayriliyoruz.

15 Haziran 2015 Pazartesi

Die Analphabetin, die rechnen konnte



Die Analphabetin, die rechnen konnte
Jonas Jonasson
Carl's Books, 2013

Isvecli yazar Jonas Jonasson'un ikinci kitabi. Ilki, Yüz Yasinda Camdan Atlayip Kaybolan Adam.
Bu kitap, yani matematik dehasi olan ama okuma yazmasi olmayan Güney Afrikali kizin hikayesi (sonradan ögreniyor tabi okumayi) en az yüz yasindaki adamin hikayesi kadar eglenceli, en az o kadar absürd, ayni onun gibi bir 20 yy. tarihi ayni zamanda. Nükleer gücler yine bas rolde. Tamam, bir Cinli yetkili ve bir Mossad ajani yakisir hikayeye, ikincisi göz cikarmaz. E, peki Isvec basbakaniyla kralinin  ne isi var o zaman hikayede? Patatesli tavuk falan?  Okuyup görmeli. Bu kitabi insan pamuklara sarip uygun zamani beklemeli. Agir konulu, sıkıcı kitaplarin ardarda geldigi zamanlar olur ya... Veya bazen hayat cok üstüne gelir insanin. Her sey üzücü, her sey can sıkıcı, moral bozucu, vb. Iste o zaman, tam o zaman, pamuklarin arasindan cikarip okumali :)

Ve acaba Jonasson ücüncüsünü yazar mi diye beklemeli...
Yok, bir dördüncü tadi bozar. Ama ücüncü, kararinda birakmadan önce iyi olur...  

Almanca cevirisine Isvecce orijinaliyle ayni isim verilmisse de, Ingilizce cevirisini bir de "The Girl Who Saved The King of Sweden" diye aramak iyi olabilir. Bildigim kadariyla henüz Türkce'ye cevrilmemis.

Philae

Bazen günlük kötücül haberler tufaninin arasindan sizan bazi minik haberler icimi sevincle dolduruyor.
Obeliks adli sondanin biri uyanmis diye bir heyecan, bir sevinc.
Bana neyse... Bkz>>>

14 Haziran 2015 Pazar

Patates ve tavuk


Puh hah hah haa! :)
Uzun zamandir okudugum en iyi kitap cümlelerinden biriydi. Nasil alintilamam? :)
Cümleyi Kral'in kurdugunu da belirtirsem espri daha iyi anlasilir belki...

Dipnot: Patateslerle ilgilenmesi gereken kisi bu beyefendiymis...

11 Haziran 2015 Perşembe


aklima bi sey gelmisti...
himm, neydi o?... neydi o?
ruhun karanlik gecesinden geçmeden değerli geceye varilir mi?
yoksa... yani belki de ikisi... ayni sey mi?..ydi?
güneş doğmadan önce...
tan ağarmadan önce...
cümle alem uykusunda yatarken...
neydi o?...neydi o?

neyse, öyle bi seydi...

Orta yol


Aslinda hoslanmiyorum her gün beslenmesinde breze yemek istemesinden.
Baban da mi Bavyerali'ydi be oglum?
Ama bir orta yol bulmaya ve nesemi(zi) korumaya calisiyorum  :) 

10 Haziran 2015 Çarşamba

Bozkırkurdu


Der Steppenwolf / Bozkirkurdu
Herman Hesse
Shurkamp

Bi arkadas tavsiyesi, bi niye-daha-önce-okumamisim-ki,
Aslinda bir "entellektüelin bunaltisi" kitabi, ki hic sevmem, cok bunalirim...
Baslarda söyle böyle giden, Traktat'ta "Biraksam mi?"dedirten, Traktat bitince birden acilip hafifleyen ve "Iyi ki sabretmisim" noktasina getiren okuma,
Not alinarak okunan roman :)

Biraz daha Goethe, Mozart, klasik Bati edebiyati ve müzigi vb bilerek mi okusaydim? dedim.
Ara ara gülümseyen dogu bilgeligine ben de gülümsedim, olmasa belki de sasardim. (Örn. Kimlikteki "Tat Twam Asi" )
Yine de bi cok seyi anlamadim. Yok derinligine varamadim kitabin.
Olsun.

Kapak fotografi filmden mi bilmiyorum, ama, evet Hermine ayni böyle olmaliydi :) Hayal gücüme bi saldiri yok.




7 Haziran 2015 Pazar

Paylaş ve daha fazla bilgi al.


Bi arkadas oy verip vermedigimi paylasmami istiyor.
Paylasirsam daha cok bilgi verecekmis.
Sandik görevlisiyle selfie de ister misin?
Durum paylasimi ? "Hindiba kendini çok vatandas hissediyor"

Pardon ?!
Biliyorum cok siparis var, yetismen zor olabilir...
Fakat bi bos vaktin oldugunda, bana icimdeki hüznün bi resmini yapabilir misin Abidin...

5 Haziran 2015 Cuma

PFAPA - Bize ne oldu?

Bu blogda 5 yil önce yayinladigim PFAPA hakkindaki yaziyi okuyup e-mail yazanlardan oglumun son durumunu soranlar var. "Peki sizin hikayenizde son durum ne, o zamandan bu yana ne oldu?" diye soruyorlar. Buradan bir kerede yanitlamaya karar verdim :)

Özetleyeyim;
Oglum 1 yasindayken ilk ates ataklari basladi. Yaklasik 3 yasindayken (evet, zorlu ve süphe dolu iki yilin ardindan) PFAPA teshisi kondu. Doktorlar tedavi icin bademciklerinin alinmasini önerdi, kabul etmedik, okul dönemini beklemeyi tercih ettik. Cünkü yüksek atese toleransi iyiydi, havale riski yoktu, biz atesi idare etme konusunda tecrübelenmis, sebebini ögrenerek biraz da rahatlamistik.  3 yas 3 aylikken anaokuluna basladi. 3 yas 4 aylikken hastaligindan bagimsiz baska bir sebeple günübirlik kücük bir operasyon gecirdi. Operasyon genel anestezi altindaydi. Bu gelismelerin ardindan ates ataklarinin arasi uzamaya basladi. Bazen atesinin yükselmesine normal, mevsimsel bir enfeksiyon mu, yoksa PFAPA mi sebep oluyor, emin olamadik. Oysa enfeksiyon (örnegin grip, üst solunum yolu enf.) atesi ile PFAPA atesini cok kolayca ayirt edebilir olmustuk. Doktoruna bundan bahsettigimde bazen genel anestezinin bagisiklik sisteminde bir bilgisayari tamamen dügmeden kapatip acma gibi bir etkisi oldugunu; yani sacmalamakta olan bir bagisiklik sisteminin bu kapat-ac eylemiyle kendini toparlayabilecegini söyledi. Tuhaf benzetme, farkindayim :) Ama bunu duyunca icimden "keske daha önce bilseydik" dedigimi itiraf etmeliyim. Ve bu arada kac cocuk aslinda bademcikleri alindigi icin degil de , genel anestezi aldigi icin iyilesmis olabilir?

Her neyse, sonuc olarak üc bucuk yas civari PFAPA söylendigi gibi "kendiliginden" gecti. Bademcikleri koruyabildigimiz icin kendimizi sansli sayiyoruz. Ergenlikte tekrarlayan PFAPA vakalari aklimizda, tahtalara vuruyorum. Asilarin bagisiklik sisteminin aklini karistiran ve asiri tepkiler vermesine sebep olan etkileri oldugunu duydugumdan beri tekrar asilarini yaptirma konusunu ciddi olarak sorguluyorum. Ve evet, oglumda ilk PFAPA atagi bir asidan sonra baslamisti. Öte yandan bebeklik asilarini olmadan PFAPA'ya yakalanan cocuklar da var.

Anaokuluna baslamasinin, baska cocuklarla, acik havada daha cok vakit gecirmesini, fiziksel olarak daha aktif olmasini , enerjisini daha cok atabilmesini, sag beyni daha cok calistirmasini sagladigini ve bu yüzden iyi geldigini tahmin ediyorum. Diger cocuklar anaokuluna baslayinca mikroplara daha cok maruz kalip daha cok hasta olabilir, bizim cocuk tam tersine iyilesti :) PFAPA'li cocuklari sokaga salin, mümkünse dogaya, cayira salin (mevla kayirsin ;), beyninin üc boyutlu mekanda kendini hissedebilecegi kadar cok , her seyden cok hareket etmesini saglayin. N'olur , lütfen bilgisayar, telefon, televizyon, nerede ekran varsa kacirin bu cocuklardan, sol beyin yarisinin asiri aktive olmasina izin vermeyin.

Bagisiklik sistemini güclendirmek üzerine ne kadar cok okumus, arastirmis ve caba sarfetmistim... Beyhude caba... PFAPA'li cocuklarin asil sorunu asiri aktif bagisiklik sistemi. Simdi bile, ates ataklarinin bitmesinin üzerinden 5 yil gecmesine ragmen bagisiklik sisteminin aktif oldugunu hissediyorum. Rutin üst solunum yolu hastaliklarini cevresindeki diger cocuklardan daha hizli ve daha kolay atlatiyor. Veya okulda salgin varken , o hic yakalanmiyor bile...

Bize ne mi oldu?
Mutlu son diyelim ve böyle kalmasini umalim.





4 Haziran 2015 Perşembe

Çember



Der Circle / The Circle
Dave Eggers, 2013

Kitabin arka kapaginda Cesur Yeni Dünya'dan bahsediyor, okurken beni bir 1984 dünyasina aldi götürdü; fakat distopik desen distopik mi bilmiyorum. Cünkü distopik romanlar bende hep bir olasilik olsa da, uzak bir gelecege ait izlenimi yaratmistir. Oysa bu kitapta anlatilanlar yakin zaman sonra olabilir mi olabilir, hatta oluyor mu oluyor. 

Bugün kac fotograf yayinladin? Kac "paylasim"i begendin? Kac fikrin cok hosuna gitti de hemen "paylastin"? Kac kez gittigin bi yerden, yedigin ya da aldigin bi seyden, okudugun bi kitaptan (ah hah hah , komik olma hindiba!) bahsettin? Twitter, Blogger, Facebook? Kac gruba üyesin? Kac etkinlige gittigini Facebook üzerinden duyurdun. Kac blogun var? Kac blogun takipcisisin? Google aramasi yaparken profilin aktif miydi? Google veya Facebook senin ekolojik pazara gittigini de, üc kilo cilek aldigini da, cilek receli tarifi aradigini da biliyor muydu? Ya arama yaparken Ezginin Günlügü dinledigini? Biliyordu tabii ki! Youtube'a Google profilinle giriyorsun ya!

Gezi'yle ilgili fikirlerini sosyal medya üzerinden bildirmedin diye apolitik dendi mi sana? Ya da kimsenin bir sey demesine gerek yok, sen hissettin mi icinde o baskiyi? Herhangi bir olayda mutlaka safini belli etmek, görüs bildirmek, yorum yapmak zorunda hisettin mi kendini? Herhangi bir paylasimi paylastiginda veya begendiginde veya internet üzerinden bir kampanyaya oy verdiginde geriye yaslanip güzel bir dünya icin iyi bir sey yapmis olmanin tadini cikardin mi? "Güzel bir dünya" mi dedim? Tesadüfe bak simdi! 

Ne demisler? Paylasmak iyiles(tir)mektir. Sir tutmak yalan söylemektir. Mahremiyet hirsizliktir. (!!!)
Neyin varsa saç sosyal medyada. 

Tuhaf olan tüm bunlari gönüllü yapiyor olmamiz.
Romanin kahramaninin adi Mae. 
Mae de kim? dersen...
...dön de bak aynaya.

Kitap Türkce'ye henüz cevrilmemis. Cevrilse adi sanirim Cember olur. Dave Eggers'in ayni isimli Murathan Mungan siirinden haberi var mi? Isin kötüsü cember tamamlandiginda disinda kalabilmek mümkün olacak mi?

Moral Minds


Moral Minds
How Nature Designed Our Universal Sense of Right and Wrong
Marc D. Hauser, 2006

Eski Harvard'li Marc Hauser'in savundugu argüman basit. Noam Chomsky'nin generative grammer teorisinden destek aliyor ve diyor ki: Nasil ki insan belli dil araclarindan olusan evrensel bir dilsel "alet kutusu" ile doguyor ve bütün konustugumuz diller bu evrensel dil kurallarina dayanarak olusuyorsa, nasil ki Chomsky'nin benzetmesiyle  "kollarimizin nasil büyüdügünü ögrenerek degil de kollarimiz büyüyecek sekilde tasarlanmis olarak" doguyorsak, moral (ahlak) acidan da dogru ve yanlisi takdir edebilecek beceri, arac ve icgüdülerle doguyor olabiliriz. Bu görüs gecen yüzyilin baslarina hakim olan, ahlaki becerilerin dogustan gelmeyip, sosyal cevre icinde deneyimlerle ögrenildigini, sonradan edinildigini savunan görüsün tersi.

Öte yandan insanin "öldürmeyeceksin...calmayacaksin......yalan söylemeyeceksin" gibi belli, kati ahlaksal kurallarla kodlanmis olarak dogdugunu da savunmuyor Hauser. Sadece, icimizde dogustan gelen bir yerin, bir seyin oldugunu ve o bir yer/bir seyin icine dogdugu toplumun kültürel parametreleriyle soslanarak ahlaki becerilerimizi olusturma potansiyeline sahip oldugunu ileri sürüyor.

Biraz karisik ve muglak, evet. Hauser'in kitap boyunca verdigi yüzlerce deney, arastirma vb. sonucuna ragmen hala biraz karisik. Ama böyle olmasi daha mantikli geliyor, o da bir gercek.

Hauser'in calisma sekli "yapay ahlaki ikilemler" adini tasiyor ( artificial moral dilemmas). Örnegin ünlü kontrolden cikmis tren hikayeleri: Trolley Problem . Internet üzerinden, dünyanin dört bir yanindan, her türlü milliyet, kültür, din  ve cografyadan insan bu türden ikilem hikayelerine yanit vermis. (Ilgilenenler icin test burada: Moral Sense Test) . Sorulara verilen yanitlarin büyük ölcüde cografya, kültür ve dinden bagimsiz oldugu görülmüs. Hauser bunu hepimizin dogustan gelen ortak bir ahlaksal baz üstünde hareket ettiginin kaniti olarak görüyor.  

Kitabin epilogunda söylediklerinin her seyden önemli oldugunu düsünüyorum, kitabin gerisi uzun bir arastirma sürecinin ilk adimlari olarak okunabilir belki: " Ahlaki din ile esitlemek yaygin olsa da, bu en az iki acidan yanlistir: Birincisi, dini inanci olmayanlarin ahlaki dogru ve yanlislari anlayabilmekten uzak oldugu ve ikincisi dini inanca sahip olanlarin ateist ve agnostiklerden daha erdemli oldugu yanlis varsayimini gerektirir. Ahlak yargilari hakkinda pek cok kültürde yapilan calismalara göre, ateist ve agnostikler ahlaki acidan izin verilen ve yasaklanmis eylemleri ayirt etme becerisine tamamen sahiptir. Daha da önemlisi, Museviler, Katolikler, Protestanlar, Sihler, Müslümanlar, ateistler ve agnostikler deney ortaminda ayni yargilara varmakta ve ayni tutarsizlik veya yetersizlik derecelerini göstermektedirler."   

Bu da kitabin son cümlesi: "Evrensel bir ahlaki grammeri paylastigimiz ve dogumdan itibaren dünyanin tüm moral sistemlerini kazanabilecegimiz gercegini göz önüne almak bize bir rahatlama hissi, bir birbirimizi belki de anlayabilecegimiz hissi saglamalidir."

Evet özellikle moral psikolojisi ve felsefesini bilmeyen biri olarak kitabi biraz okumasi  zor buldum ama sonunda icime bir rahatlik ve huzur hissi yaydigi dogrudur :)

2 Haziran 2015 Salı

Yaprak sarma(k)

Yaprak sariyorum. Mecburiyetten yalniz sariyorum. Aslina bakilirsa yaprak sarmak akillara zarar bir istir. Ve mutlaka komsuyla, arkadasla sarilmalidir. Evrensel kizkardeslik muhabbetlerine biraz mesafeliyim aslinda. Ama yaprak sarmak bir kizkardeslik bildirgesidir smile ifade simgesi Gecen yil Kemeralti'nda Girit Lokantasi'nda yaprak saran kadinlar gördüm. Hem de üstüste bir kac gün. Kabak cicegi de doldurdular tepsi tepsi. Hep bir arada. Hep sohbet ederek. Sarma öyle sarilir.
Bi sey daha... Bu dolma Türk'tür veya Yunan'dir cekismesini de sevmem ben. Bana kalirsa yaprak sarmasi biri Yunanli, digeri Türk iki komsu kadinin icadidir. Biri evinden pirinc getirmistir. Digerinin bahcesinde asma vardir. Zeytinyagi dereler gibi akmaktadir zaten. Illa ki birlikte sarmislardir. Dünya ahvalinden, cocuklardan, bahcelerden konusmuslardir. Belki is biraz büyümüstür de Musevi, Ermeni komsu kadinlar da yetismistir yardima. Kimse senin benim dememistir. Herkes biraz götürmüstür kendi evine, kendi mutfagina. Evet böyle olmustur. Ben böyle oldugunu hayal etmeyi severim.
Simdi ama mola sonu, yaprak sarmaya devam.... Vaktin varsa sen de gel, bitiriverelim su isi bir avazda. Sonra cay yaparim ben sana. Cocuklardan, bahcelerden, dünyadan bahsederiz.

(Yapragi 23.Nisan'da sarmis, bu yaziyi ayni gün iki yaprak arasinda FB'da yayinlamistim.)