30 Nisan 2015 Perşembe

Gecenin Sonu



Das Ende der Nacht
Posch, Freyhoff & Uhlmann
Wiley-Vch, 2010


Isik kirliligini cesitli acilardan ele alan bir kitap...
Insanligin "aydinlanma" tarihiyle basliyor, ardindan gereksiz ve fazla isigin böcekler, kuslar, deniz canlilari ve insanlar üzerindeki zararlari üzerine birer bölümle devam ediyor. Haa! bi de astronomlar üzerine zararlari var tabii... Hem amatör, hem profesyonel astronomlar cok sikayetciler isiktan cooook...
Anlasilan henüz fazla arastirilmamis bir alan ama cok önemli bir konu. Iyi bir giris kitabi. Her bölümü konunun kendi uzmani yazmis, bol örnekli, iyi fotografli...  

Kitaptan cikan sonuc? Kapatın şu ışıkları!

Kitaptan ilgimi ceken ve paylasmak istedigim bir kac kare:

Viyana'da ilk sokak isiklandirmasi (1688) anisina duvar resmi

 ABD'de 1950'lerden bu yana uzaydan görüldügü kadariyla isiklandirmanin durumu. Sonuncu bir 2025 projeksiyonu. Kirmizi ile isaretliden daha fazla isiklanan bölgelerde (Krem ve acik pembe) gökyüzüne bakinca kutup yildizi bile görülmüyormus.


Hawaii'de bulutlardan da yüksekte (4200 m.lik bir volkanik zirve) bir gök gözlem istasyonundan cekilmis fotograf. Ancak böyle yerlerde Samanyolu'nun sisler icindeki isiklari görülebiliyor. Öte yandan bulutlarin arasindan yükselen sari isik, istasyona en yakindaki sehirden yükseliyor. Bulutlari bile asip geliyor. 


Ayni teknik sartlarda dünyanin üc ayri bölgesinde cekilmis bir fotograf dizisi
Birinci, Mogolistan'dan: Samanyolu acikca görünüyor
Ikinci: Avusturya'da kirsal alan
Ücüncü: Viyana üzerinde gökyüzü

Befreiung vom Überfluss



Befreiung vom Überfluss (Fazlaliktan Kurtulma?)
Niko Paech Almanya Oldenburg Üniversitesi'nde calisan bir akademisyen. Postwachstumsökonomie (Büyüme sonrasi ekonomisi) kavraminin isim babasi. Büyüme takintili ekonomik sistemin eninde sonunda cökecegine ve sonunda bir büyüme sonrasi ekonomisinde yasayacagimiza inaniyor: Bu is felaketle mi yoksa tasarlayarak mi olacak ? diye soruyor (by disaster or by design?) Simdiden büyüme sonrasi ekonomisinde yasamaya kendini alistiranlar icin carpma daha az siddetli olacak diyor. Bu kitap bir yol haritasi. Büyüme takintili ekonomi niye yürümüyor, yesil ekonomi ve sürdürülebilirlik niye masal, sonunda inecegimiz hayal ülkesi nasil bi yer, onlari anlatiyor. Almanca bilmeyenler Tim Jackson'un Prosperity Without Growth (Büyüme Olmadan Refah) kitabini da okuyabilir, o da ayni seylerden bahseden bi kitap. Sacred Economy'i okuyabilir. E, o da benzer seylerden bahseden bi kitap smile ifade simgesi Senlikli Toplum veya Kücük Güzeldir'i de okuyabilir. Niko Paech onlara da selam gönderiyor bu kitapta... Isteyen olursa arada bir kac alinti da paylasabilirim.

27 Nisan 2015 Pazartesi


Durmadan öyle reklamlarla pazarlansalar da, "Ürünler, hizmetler, nesneler sürdürülebilir olamaz. Sürdürülebilir olan tek sey yasam tarzlarimizdir" diyen sayfadir. Nasil olsa yenilenebilir enerji kaynaklarindan gelen elektrigi kullaniyorum diyerek her odasini bilgisayar ve televizyonla donatan kisiyi örnek veren kitaptan alintidir. Hak verdim.

26 Nisan 2015 Pazar

"
Tüketim toplumuyla bireyler kendi kendilerine asla üretemeyecekleri, sadece üretme degil tüketme fikrine de asla erisemeyecekleri seyleri satin alir ve tüketir oldular.
...
Marksist, caliskan iscinin emegini, neoliberal zeki girisimciyi savunsa da, her ikisi de aslinda birincisi ekolojik acidan hic var olmamasi gereken ve ikincisi de ne biri ne digeri tarafindan hak edilmis bir degerin yagmalanmasi konusunda cekismektedirler.
...
Makuliyet sinirlarinin sürekli olarak ötelenmesiyle korkunc bir delegasyon makinesi ortaya cikarildi. Ama pis isleri eninde sonunda birilerinin bir yerlerde yapiyor olmasi gerek. Örnek Asya ve Güney Amerika'daki sweat shop'lar
...
Bedensel cabadan arinmis yasam... Bir yandan bizi enerjiye bagimli kiliyor, öte yandan bir yerlerde mutlaka bizim yerimize bu bedensel cabayi bir baskasi gösteriyor oluyor.
...
Iki türlü de enerji köleligi. Hem enerjiye köleyiz, hem baskalarini kendi enerji kölemiz olarak kullaniyoruz.
...
...birilerinin fisi cekebilecegi ve böylece tüm sistemin cökebilecegine dair muglak bir korku...
...hic kimse damla damla seruma bagli bir hasta kadar caresiz degildir."
---
Bu ay yasadigim iki sıkı elektrik kesintisinde de (biri Türkiye, biri burada) ayni seyi hissettim. Sanki Matrix filmindeki o yapay rahimlerden birinin icindeyim. Bir sürü kablo, serum vb. seye bagliyim. Ne zaman oldu, ne arada oldu bilmiyorum ama neredeyse varliksal olarak o tüplerden yavas yavas akan seylere bagliyim. Hicbir zaman kendimi birey olarak bu kadar sisteme bagimli hissetmemistim. Mesele birisinin fisi cekmis olup olmadigi degil. Birisinin cani istediginde fisi gercekten cekebilmesi olasiligindan yana muglak bir endise duyuyorum. Sonra Pazar Pazar bu satirlari okuyorum. Bana ders materyalleri hep böyle gelir, sükran doluyum. Nisan ayinin düsünme konusu bu olmali anlasilan.


 'Yikilmakta olan bir agac, büyümekte olan bir ormandan daha büyük gürültü cikarir' der bir Tibet bilgelik deyisi. Algimiz "yikilan agaclar"in hükmü altinda; siddet dolu olan, hizla gelisen ve bizi tehdit eden seylerin...
Fakat yine de saskinlikla farkediyoruz ki, bütün bu yikima ragmen yeryüzünde hala yasam ve cesitlilik var. Anliyoruz ki sonunda (hedefe) ulasan "büyüyen orman"dir. Yasami ileri götüren odur; yavasca ve cesitlilikle, hic dikkat cekmeden ama direncle.

25 Nisan 2015 Cumartesi

20 Nisan 2015 Pazartesi

Sağlığın Gaspı - The Medical Nemesis


Die Nemesis der Medizin
Beck Verlag
2007

Orijinali 1975 yilinda Limits to Medicine adiyla basilmis, sonraki baskilarinda The Medical Nemesis adini almis. Her iki isimle de bir yerlerde karsiniza cikabilir. Türkce'ye ise Sağlığın Gaspı adiyla cevrilmis.     

Ivan Illich bu kitapta modern tıbbın sıkı bir eleştirisine girişmiş. Aslinda kitabi tek basina düsünmemek gerek. Illich, Senlikli Toplum'da (Tools of Convivality)  ve Issizlik Hakki'nda (The Right to Useful Unemployment) genel olarak bahsedip ana hatlarini cizdigi 'modern toplumda kurumsallasarak ölcüsüzce büyüyen, mutlak bir tekele dönüserek, kendisinden baska alternatif yapilara ve eylemlere göz yummayan, bireyin otonomisini elinden alan her türlü yapi' elestirisini detaylandiriyor bu kitabinda da. Nasil ki Toplumun Okulsuzlastirilmasi'nda (Deschooling Society) egitim sistemini,  Energy and Equality'de modern enerji politikalarini ve ulasim yöntemlerini bu sorunun örnekleri olarak derinlemesine inceliyorsa, Sagligin Gaspi'nda da (The Medical Nemesis) modern tibbi inceliyor.

Önce "iatrogenesis" kavramini aciklayayim. Eski Yunanca iatro (hekim) ve genesis (kaynak, yaratilis, ortaya cikis) sözcüklerinden olusan bu kavram, "hekimin eyleminden kaynaklanan", kaynagini bizzat tibbi girisimin kendisinden alan her türlü hastalik ve sorunu tarif etmek icin kullaniliyor.  Illich tarafindan türetilmis degil,  fakat bu kitaptan beridir iatrogenesis denince Illich ve modern tip elestirisi de akla geliyor. Illich'e göre modern tibbin yarattigi sorunlari üc düzeyde incelemek mümkün. Kitabi da bunlara göre sekillendirmis.

Birincisi klinik iatrogenesis. Ilaclarin, hekimlerin uygualdigi yanlis teshis ve tedavilerin, gereksiz cerrahi müdahalelerin, kimi zaman teshis edilemeyen veya hastaliktan sayilmayan hastaliklarimizin, hastanelerin sebep oldugu somut, elle tutulur hastaliklarin, sorunlarin ve ölümlerin adi. Hepimizin cevresinde duydugu ve kendisinde deneyimledigi seyler... Illich'e göre klinik iatrogenesis özellikle belli bir capi astiginda tibbin dogasinda var. Düzeltici eylemlerle bertaraf edilecek gibi degil. Sebep? Eskiden hekim sanatini kisisel olarak tanidigi insanlar üzerinde uygulayan bir zanaatkardi. Oysa artik hekim hasta(lik) kategorileri üzerinde standart bilimsel kurallari uygulayan bir teknikerdir. 

Peki modern tibbin hic bir basarisi mi yok? Illich bu konuda da süpheci. 19. ve 20. yüzyilda tedavi basarisi tibba baglanan  pek cok bulasici hastaligin aslinda kendi kendine tepe noktasina ulasip sönümlendigini savunuyor. Tibbi acidan hastaligi "durduran" önlemler (antibiyotik, asilar vb) gündeme gelip uygulamaya alindiginda, hastalik coktan inise gecmisti, tehlikesi ve sosyal acidan anlami coktan azalmisti. Tahminen toplumsal acidan asil sagaltici etkiyi yaratan yasam, beslenme ve hijyen sartlarindaki iyilesmeler gibi sosyal ve ekonomik gelismelerin bagisiklik sisteminin artan direncini saglamasiydi. Bu görüsünü desteklemek icin bugün de yoksul ülkelerde tibbi destege erisimden bagimsiz olarak üst solunum yolu veya mide/bagirsak enfeksiyonlarinin , beslenmenin ve yasam sartlarinin daha kötü oldugu yerlerde daha sık, daha uzun ve tehlikeli olusunu örnekliyor. Yüzyildan fazla bir döneme ait istatistikler gösteriyor ki, beslenme, su, hava, sosyopolitik esitlik ve kültür mekanizmalariyla stabil, saglikli, uzun ömürlü bir nüfus arasinda direk korrelasyon var. 

Ilk gelistirilmesinde doktorlarin da rol aldigi bazi teknik araclarin ancak tibbi arac olmaktan cikip yayginlastiklarinda halk sagligi acisindan asil etkilerini gösterdikleri de bir baska argüman. 

Peki hangi konularda Sezar'in hakki Sezar'a? 1970'lerin bakis acisiyla damardan beslenme, kan nakli ve cerrahi tekniklerin özellikle agir yaralanmalar ile hastaneye götürülen daha cok kisinin hayatta kalmasini sagladigini, PAP/Smear testinin erken teshis ile Serviks kanserinin tedavisinde etkili oldugunu ve bazi cilt kanserlerinin tedavilerinin üst düzeyde basarili oldugunu okuyoruz kitapta. Buna karsilik (yine 70lerin bakis acisiyla) en sik görülen kanser türlerinde (tüm kanser vakalarinin %90 i) 25 yildir hayatta kalma oraninda bir degisiklik olmadigini ve bunun American Cancer Society'nin üzerini örtmek icin cabaladigi aci gercek oldugunu da yine Sagligin Gaspi'nda okuyoruz.

Gelelim ikinci düzeye, yani sosyal iatrogenesis'e.  Bu düzeyde tıp, toplumsal yasamin "medikallesme"sine yol aciyor. Insanlari önleyici tiptan endüstriyel tibba bir cok farkli pakette sunulan bir ürünün tüketicisi haline getiriyor. Tek tek bireylerin sagligina saldirgan, direk bir etki göstermekten öte, organizasyonu ve bürokrasisiyle , kurumsallasmasiyla tüm topluma ve cevreye zarar veriyor. Dogaya aykiri müdahaleleriyle hayatta kalabilen ama daha az saglikli, daha bagimli bir toplumu sekillendiriyor.  Normalde tepki gösterilip bertaraf edilecek toplumsal ve cevresel dönüsümleri uyum saglanabilir, alisilabilir hale getiriyor, normallestiriyor. Somut örneklerle gidecek olursak yasam anne karninda prenatal muayene ile basliyor, yogun bakim ünitesinde yeniden canlandirma cabalarinin kesilmesi ile son buluyor. Yasamin medikallesmesi , saglik bakiminin standart fabrikasyon ürüne dönüsmesi demek. Hasta yakinlarinin destek verme ve hatta hastanin kendi kendini iyilestirme hakki elinden aliniyor. Hastalik üreten tibbi bürokrasi stresi arttiriyor ve adeta felc edici etki gösteriyor. Agri ve benzer sıkıntılara dayanma sınırını asagiya cekiyor. (Örnegin grip oldugumda Ibuprofen kullanmami önerenleri reddedince bana son derece iyi niyetle "ama niye çekesin ki?" diye soruyorlar. Karsi soru , yani "Niye çekmeyeyim ki?" absürd kaciyor). Aslinda tamamen cevre, modern calisma sartlari, gida politikalari , endüstrilesme gibi daha üst düzey sosyal ve ekonomik politikalarin direk bir sonucu olan yaygin modern cag rahatsizliklari (kalp damar sorunlari, diabet, kanser) sebepleri ve sonuclari vücut icinde, belirli teknik süreclerden olusan hastaliklara indirgeyerek toplumsal algi bozukluguna yol aciyor. Aynısı cocukluk dönemi duygu-davranis bozukluklari yaftalari icin de gecerli. 

Sosyal iatrogenesis bir yandan da, Illich'in bütün diger kitaplarinda da elestirdigi "mutlak tekellesme"nin saglikta gözlenen sekli. Bir ürün belli bir pazarda tekellesmisse bu bir sorundur. Fakat asil önemli sorun, bir ürün veya hizmetin o pazar disinda da tekellesmesi, pazara sunulmamis, ücrete tabi olmayan alternatif cözüm ve uygulamalara da olanak birakmamasidir. Klasik örnek otomobildir. Belli bir marka otomobil pazarda tekel haline gelebilir. Fakat tüketicinin hala "otomobil kullanmak zorunda degilim, yürürüm, bisiklete binerim, ata binerim, ulasim icin baska yöntemler kullanabilirim" deme hakki vardir. Mutlak tekellesmede ise, motorlu araclarla ulasim üzerine kurulmus bir uygarlik öyle bir noktaya gelir, öyle sehirler tasarlar ki, bisiklet kullanmak tehlikeli, yürümek imkansiz, binek hayvani kullanmak kanuna aykiri hale gelir. Bu uygarlikta yasayan sözde "özgür" birey, artik ulasim sorununa otonom cözüm üretemez, kendine dikte edilen yöntemi kullanmak zorundadir.  Ayni sekilde saglik sektörü de bugün aldigi sekliyle tüm alternatif sagalma yöntemlerini reddeder, dislar ve engel olur. Kisinin ve toplumun sagligi üzerinde, hem teshis hem de tedavide, tek tanimlayici, belirleyici faktör olarak kendini görür. Kimi sıkıntılara hastalik etiketini yapistirir, kimini hic sıkıntısı yokken hasta ilan eder; kimine aci cektigi, gücten düstügü hatta öldügü halde hastaligini taniyarak sosyal kabul vermekten kacinir. Yine Illich'in sözleriyle " Neyin bir semptom olduguna ve kimin hasta olduguna doktor karar verir". Eger yeterince hasta degilsen tıp seni en azından düzenli "check-up"a davet eder ve dosyanin üzerine "kişinin adi" degil "hastanın adi" yazar :) 18 yy.in anlam kaybi yasayan elitleriyle baslayan "doktorsuz ve tibbi müdahale olmadan ölme" korkusu artik sokaktaki adamin korkusudur. 

Modern tibbin toplumda ücüncü düzeyde actigi yaralara  Illich kültürel iatrogenesis adini veriyor ve "tip isletmesi insanlarin kendi gercekligini çekme iradesini zayiflatmaya basladigi anda ortaya cikar" (Der Willen der Menschen, ihre Realität zu erleiden !) diye de tanimlayiveriyor. Kendi gercekligini cekmek, kendi gercekligine dayanmak ne demek? Somut olarak agri ve acinin bazen kacinilmaz ve iyilestirilmez olabilecegini , cözülme ve ölümü kabul etme becerisi... "Saglikli olmak kendini zevkte de, aci da da yasam dolu hissedebilmektir"... "Sagligi da, aciyi da bilincli bir sekilde yasamak , insani hayvandan ayiran özelliklerdendir". Bunlar aciyi her seklinde reddeden ve "Aman doktor derdime bir care" sarkilariyla büyümüs zihinlerimiz icin ne kadar da tuhaf fikirler böyle. Ama iste böyle oluyor, yazarin da yerinde tespitiyle, ne zaman bir tıp-medeniyeti, geleneksel bir kültürün metropollerini ele gecirse, ilk degisen seylerden biri agrinin  algilanis sekli oluyor. Agrinin dogrulanabilir, ölcülebilir ve düzenlenebilir bir fiziksel reaksiyona indirgenmesi eski kültürlerde bilinen önemli bir bilginin kaybi demek. "Agri cektigimde , onunla bana bir soru soruldugunun farkina varirim...Agri, verilmemis bir yanita isaret eder, bir seylerin acik kaldigina... " . Her kültürde agrinin kaynagi, sebebi ve cözümü üzerine farkli yaklasimlar vardir. Eski Avrupa kültürlerinde aciyi reddetmek bir bütünün parcalari olarak insani ve evreni reddetmek demekti. Ilk kez Descartes ruh ve bedeni birbirinden ayirdiginda insani reddetmeden aciyi reddetme ve ondan kurtulma cabasi mümkün oldu. 

Tibbin bakis acimizda degisiklige yol actigi bir baska nokta ise ölüm. 15.yydan günümüze görsel örneklerle Illich bize ölümün Avrupa'daki algilanisinin nasil degisiklige ugradigini pek güzel anlatiyor. Önce ölüm kisinin birlikte dansettigi kendi yansimasidir ( Lübecker Totentanz), sonra kendi kendine danseden ve her insani davet eden bagimsiz bir sekil haline gelir (Danse macabre). Bu siralarda doktor görsellerde hemen hemen hic görülmez. Ister caba harcasin, ister geri cekilsin , doktor ölüme karsi dogayla el ele calismak zorundadir. Ilk kez Bacon'a ait metinlerde doktora yasami uzatma görevi verildiginden bahis gecer. Yeni müsteri tipi (burjuva) yasamdan ileri yasinda aktif calismanin ortasindayken cekilip alinmak ister. Ölümü kabullenme duygusu kaybolmaya baslamistir. Bundan sonra, hasta yataginin basinda, kisilestirilmis hastalik/ölüm sembolleriyle mücadeleye girismis olan doktor resimlere ve tarihin sahnesine girer. Baslangicta ölümü daha cok gülen-dalga gecen yüz ifadesiyle görsek de zamanla gülen taraf doktor olur :)

Peki ne olacak? 
Illich'e bakilirsa mutlak tekelin merkezinde oturan modern tıp bir sey yapmak istemeyecek. Isterse de bunu kendi oyun alani icinde yapmak isteyecek ki, bu da "contraproductive" dogasi geregi, zararin hem boyutunun artmasina hem de, hizlanmasina sebep olacak. Bu yüzden Illich tibbin zarar verici etkilerine dur demenin mutlaka politik düzeyde yapilmasi gerektigine ve cözümün tibbin eline yeni oyuncaklar ve güc odaklari verecek yapida olmamasi gerektigini savunuyor. Peki mümkün mü? Kitabin yazilmasindan 40 yil sonra karsimizda endüstrilesmeye ve sonrasi gelismelere tibbin sekillendirdigi türden tepkiler veren bireylere ihtiyac duyan bir politik hava hakim. Örnegin GDO'dan kaynaklanan sorunlara küresel bir paylasim meselesinin adaletsiz ve haksiz "cözümü" gibi degil de, A, B, C semptomlariyla kendini belli eden X, Y, Z terapi yöntemleriyle tedavi edilen , adini MGMBA (!) diye kisaltabilecegimiz bir hastalik diye bakan bir toplum tercih sebebidir.

Bence cözüm, kendi gercekligine dayanmak, acinin sordugu soruya kulak kabartmak, yasami elden geldigince hastanenin duvarlarinin disina cekebilmek gibi fikirlere kisisel olarak alismaya calismamizdan gececek. Tibbin hakkini tibba vermekten ama hakkindan fazla aldigini da geri istemekten...

Zor. Ama "imkansiz" diyecek noktada miyiz?      


  

19 Nisan 2015 Pazar

bütün iyi kitapların sonunda
bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda
meltemi senden esen
soluğu sende olan / yeni bir başlangıç vardır.

Özlem

Dün yine birdenbire:

- Anne ben bir seyi özlüyorum ama bilmiyorum neyi özlüyorum.

Ah cocugum, insanligin cok kadim bir derdine parmak bastin sen.
Ne yanit versem, nasil anlatsam?

16 Nisan 2015 Perşembe

Sevme Sanati



Erich Fromm
Sevme Sanati

Erich Fromm'un herhalde en cok bilinen ve okunan kitabidir. Kitabin basina düstügüm nota bakilirsa ilk kez 1992'de okumusum. Zerre animsamiyordum, o yüzden bir kez daha okudum. Beni sasirtti. Cok daha sonra baska kitaplardan okuyup ögrendigimi sandigim seyleri bu kitapta okumus ve kenarlarina not düsmüsüm. Demek ki, her kitap neyden bahsederse bahsetsin sadece hazir oldugumuz kadarini alip animsiyoruz.
Anne olmadan önce okumustum. Bi de anne gözüyle okumak ayrica ilgincti. Cok kisminin altini cizdim, burada paylastiklarim fotograflarini da cekmis olduklarim.








14 Nisan 2015 Salı

Şans

Dün yolda yürürken birdenbire 
O- "Anne, var ya ben cok sansliyim, inanilmaz sansliyim ben"
Ben- Niye ki cocugum?
O- "Çünkü doğdum."

Tuz kristalleri deneyinde son durum

Söyle bir deney yapmistik, animsar misiniz?
Sözde atacin ucunda kristal olusacakti. Oglan zengin olacagim diye seviniyordu. Epey bir bekledik, kristal olusacagina, kavanozun kenarinda harika tuz birikimleri gözledik. Atacta bir sey olmadi.


 Oglan uzun zamandir, cikaralim bakalim diyordu. Ben "oglum, bi sey olmadi iste, bakariz bir ara" diyordum. Sonra bir sabah erken kalkmis cocuk, benden habersiz cikarmis kaleme iple bagli ataci. Sonuc? Ben dogada kare belki , küp hic bulunmaz sanirdim. Küp insan aklinin icadi sanirdim. Megerse lise kimyasi hikayeymis. Deftere kare kare cizmistik bunlari, formüllerini de ezberlemistik, hatta altigen altigeni bile vardi. Bol tuzlu suya atac sallandirip üc aycik bekleseymisiz etkisi bi daha iyi olacakmis.





Dün tamamen söküp inceledik kavanozdaki tuz katmanlarini. Meger kavanozun dibinde de, sarkittigimiz ipin üzerinde de küp küp , kare kare , kristal seklinde birikmis tuzlar. Aciklamasini bilmiyorum, arkasindaki fiziksel kimyasal gercegi cok aciklayamiyorum. Ama saskinim, hayranim, mutluyum, meraktayim, ögrenmek istiyorum. Doganin bende bu duyguyu uyandirmasina bayiliyorum :)





Tanri bütün dilleri bilir.





















Dücane Cündioglu'nun Kuran Cevirilerinin Dünyasi ve Cengiz Özakinci'nin Dil ve Din adli kitaplarini tesadüfen ardarda okudum. Ayni konuya farkli bakis acilari var, birlikte okunasi kitaplar. Cündioglu'nun dili agir, sözlükle okunmasini tavsiye ederim. Özakinci kitabin son baskisinin ardina pek cok ilgili önsöz, makale, röportaj metni eklemis. Eski baskilarindan okunmasini tavsiye ederim.

Özetle diyorlar ki, gercege ulasmak ve inanmak icin önce anlamak gerek. Anlamak ise okudugunuz metnin iyi cevirisiyle mümkündür. Her iki kitapta da piyasadaki Kuran cevirilerinin sıkı ve bol örnekli elestirileri var. Kuran Cevirilerinin Dünyasi'ni tek bir cümleyle özetlemek gerekseydi, o cümle hangisi olurdu diye bakindim, cok emin olamadim ama sanirim su cümle yerinde bir secim olurdu: "...metin (Kuran) önce konusma dilinden yazi diline cevrilmeli, ancak daha sonra Arapca'dan baska bir dile cevirmeye tesebbüs etmelidir." . Su da fena degil : "Hicbir dil digerinden üstün degildir; sadece daha farklidir. Bu bakimdan bir dilden bir dile yapilan cevirilerde karsilasilan güclükler, dillerin birbirinden üstün olmasindan degil farkli olmasindan kaynaklanmaktadir. " 

Dil ve Din'i özetleyecek cümle ise cok acik: "Tanri bütün dilleri bilir."



Ben eskiden bu pamuk tarlalarinin degil fotografini cekmek, gözümün ucuyla bile bakamazdim. Gelisme var. Bu kez yanimda ilk kez uluslararasi ucan ve siddetli ucus korkusu ceken bir kadin vardi. Ben onu teselli ettim, "simdi rüzgarli bölgeden geciyoruz, simdi altimizda yüksek daglar var, yok acil durum sinyali degil o, sadece birisi hostesi cagiriyor, ayyy, korkmayin, simdi ucak sadece havaalani üstünde pist icin dönüs yapiyor,ondan yan yatti, yoksa düsmüyoruz" falan dedim. Ucak inerken basini ön koltuga yasladi, ben arada omzuna vurup "endise etmeyin, gayet iyi gidiyor inis" dedim , sanki uzmanmisim veya kaptan pilotla kontaktaymisim gibi. Sonunda tekerlekler yere degince "Iyi ki sizinle ucmusum, cok memnun oldum" dedi. Ben de memnun oldum, inis yapmis olmamiza ragmen basim göge erdi. Fakat daha sonra esime bu hikayeyi anlatip. kadinin bizden sonra baska bir ucakla Roma'ya devam edecegini söyleyince, "Eh zavalli, asil korkuyu o ucakta ceker, Roma'nin nuh nebiden kalma tingir mingir ucaklari" dedi. Icime dert oldu valla. Umarim iyi gidiyordur Roma tatili...

6 Nisan 2015 Pazartesi

Put

Başkasının putunu yıkmak ne kolay.
İnsan işe kendi putunu yıkmakla başlamalı...

3 Nisan 2015 Cuma

Kırık Kanatlar



Halil Cibran'ın Kırık Kanatlar'ını bitirdim. Öncekilerden farklı bir kitap. Kısa cümlelerden veya mesellerden oluşmuyor, başlı başına bir hikaye. Bir çok soru bıraktı ben de...
Hikaye otobiyografik mi? Gerçek mi? Olabilir mi?
'Pek romantik bir aşk öyküsü' deyip geçecek miyiz?
'Artık böyle aşklar yok ki!' mi diyeceğiz?
Yasemin kokulu Beyrut akşamlarını nereye koyacağız?
Doğu toplumlarında kadına yönelik tutum eleştirisini nereye sığdıracağız?
Dini çıkarına alet eden din adamıyla, çıkarcı yeğeni klişesinin başka şekilde karşımıza çıkışının yarattığı ters köşe etkisini ne halt edeceğiz?
Selma'nın babasının ölürken söylediklerini okuyup geçebilecek miyiz?
...
gibi gibi.
Almancasından okudum, Türkçe'de de bir çok basımı var sanırım. Anlaşılan Halil Cibran kitapları telif hakkı korumasından çıkmış, basan basana. En son Dost kitabevi'nde Mezcup'u alırken de bir kaç yayınevinden birden çıktığını farketmiştim. İyi çeviri bulmak önemli..