25 Mart 2015 Çarşamba

İnsan

Sayın medya,
Uçakta 150 'insan' vardı. 
Dışişlerine sormaya gerek yok. Kesin bilgi.
Etmeyin.

22 Mart 2015 Pazar

The Whole Brain Child




Achtsame Kommunikation mit Kindern - The Whole Brain Child
Daniel J. Siegel - Tina Payne Bryson
arbor, 2013

Son zamanlarin cok okunan cocuk gelisimi kitabini Almanca'sindan okudum.
Yazarlar Siegel ve Bryson özellikle insan beyni ve isleyisi üzerine son arastirmalardan yola cikarak cocuklarin gelisimi üzerine anne-babalarin yasamini kolaylastirici bir kitap yazmislar. Ana savlari beynin cesitli acilardan entegre olmasi durumunda daha bütünsel, saglikli, uyumlu calisacagi ve cocuklarimizla yasadigimiz cesitli ebeveynlik sorunlarinin ortadan kalkacagi. Mutlu cocuk, mutlu anne-baba :)

Kitabin her bir bölümünde belli bir entegrasyon acisini ele almislar. Somut örneklerle ve uzman olmayanlarin anlayacagi bir dille aciklamislar. Bunun üzerine iki cözüm stratejisi tanimlamislar. Her bölümün sonuna cocuga ayni konuyu anlayabilecegi dille nasil anlatabilecegimizi, yani cocugun kendi beyninde olup bitenleri nasil anlayabilecegini gösteren cizimli diyaloglar eklemisler. Ayni entegrasyon ihtiyacinin ayni zamanda yetiskinlerin beyninde de (yani ebeveynlerin) olabileceginden yola cikarak bir de ebeveynlere kendi beyinlerini nasil entegre edeceklerini tarif etmisler. Kitabin sonunda tüm bu bölümleri özetleyen bir bölüm var. Bir de her bir stratejinin 0-3, 3-6, 6-9 - 9-12 yas gruplari icin nasil uygulanmasi gerektigini detaylandiran bir kapanis bölümü.

Siegel ve Bryson'a göre cocuk ve insan beyni son arastirmalarin isiginda su acilardan entegre edilmeli:
1) Sag - sol beyin
2) Üst - alt beyin ( düsünen beyin - sürüngen beyni)
3) Muglak (implicite)  ve acik- kesin (explicite) animsama
4) "Ben" in cesitli halleri
5) Ben - Biz

  Önce cocugun duygusal durumunun farkinda oldugunu göstermek ve beynin bu duygusal yaniyla kontaga gecmek , sonra beyni rasyonel-mantiksal düsünmeye davet etmek önerisi güzel. Her anne-babanin, en tecrübesiz olanin bile, eninde sonunda kesfettigi yöntemdir sanirim. Duygularin söze dökülmesi, onlara bir isim verilmesi, cocugu etkileyen olaylarin tekrar tekrar hikaye edilmesi geregi dikkat cekici. Derhal bilincli olarak uygulamaya aldim, hemen yararini gördüm. Ben'in cesitli hallerine karsi cocukta farkindalik yaratmak süper fikir ama dogru anladiysam cok orijinal oldugunu söyleyemeyecegim. Siegel bu yönteme Mindsight adini vermis ve bunun üzerine bir kitap daha yazmis. Kitabin belli bir yerinden itibaren her seye aspirin niyetine  ve adeta markalastirarak "mindsight" tavsiye ediyorlar. Hatta beyni adeta "Mindsight" icin bicilmis kaftan gibi yaratilmis bi sey olarak tanimladiklari bir cümle bile okudum. Galiba kalem sürctü, tersini demek istediler. Bu cok Amerikan bir tarz, maalesef Amerikan akademisyenlerin yazdigi pek cok kitapta görülüyor bu belli bir yönteme belli bir isim verme, ciddi bir cerceve cizme ve markalastirma cabasi... Oysa  Mindsight güzel olmasina güzel ama bana Jon Kabat Zinn'in  MBSR (Mindfullness Based Stress Reduction - Farkindalik Bazli Stres Azaltimi) yöntemi - ki o da orijinal degildir, Budizm'den ve meditasyondan sekülerlestirilmis tonlar tasir- ile Erich Fromm'un Vom Haben Zum Sein adli kitabinda tavsiye ettigi günde en fazla 15-30 dk ayrilan kisisel psikoanaliz arasi bi seyi cagristirdi.

Bunun disinda beynin sosyal bir organ oldugu ve sosyal iletisim icin tasarlandigi, beynin  her yasta degisebilir , plastik (sekillenebilir) bir organ oldugu , cocukta empati, kendini tanima ve moral duygusunun nasil gelistirilebilecegi üzerine tespitlerini dikkat cekici buldum, not aldim.

Okunasi kitap. Mindsight kisimlari gülümsetse de diger taraflari gölgelememeli.  Hepimizin az cok yasadigi "Bu cocugun beyninde ne olup bitiyor, bazen hic anlayamiyorum" ani var ya, hah, tam o an icin :) Hatta kendimizi anlayabilmek icin de :)



20 Mart 2015 Cuma

Gezgin


Der Wanderer
yani 
Gezgin

Bu seferki Halil Cibran kitabi bi kac numara büyük geldi.
Mesellerin özüne pek bi dokunamadim.

Ölmezsem on sene sonra bi daha okusam diyorum...
belki o zaman anlarim.

Giris meselinin son paragrafi icin bile okuduguma degdi ama:



"Ve üc günün sonunda bizi birakip gittiginde, bu konugun bizi hic terketmedigini hissettik. Daha cok sanki aramizdan biri disarida bahcedeymis de, henüz iceri girmemis gibiydi. "

Okuyunca biraz agladigimi itiraf ediyorum.




18 Mart 2015 Çarşamba

Yilin ilk arilarini dün gördük. Biraz uyusuklardi. Bir önceki günün, cigdemlerin haftalardir toprak üstünde olmasina ragmen tamamen acildiklari ilk gün olmasi da tesadüf degildi, biliyoruz wink ifade simgesi

11 Mart 2015 Çarşamba

Eichendorff'tan yüz şiir





Hundert Gedichte
Joseph von Eichendorff
Aufbau Verlag, 2003

Eichendorff ile tanismamizin ilginc bir öyküsü var. Kendisiyle hic beklemedigim bir anda bir ormanin ortasinda karsilastik. Iki yil önce ormanda yaptigimiz bir yürüyüste... Esim her zamanki gibi büyük resimle, hangi rotayi izledigimizle, hangi köye yaklasik kac km. uzakta oldugumuzla mesguldü. Oglum kendi kendine binbir orman oyunundan birini icat etmekle... Ben de yürüdügümüz orman yolunun iki kiyisinda yeni, tanimadigim bir seye (bir bitki, bir tohum, bir böcek, ...) rastlar miyim diye bakiniyordum. Hic beklemedigim bir seyle karsilastim. Yosunla kapli kayaya ilistirilmis, üzerine dogru türlü orman bitkisinin egildigi bir plaket! Merakla yaklasip, üzerinde ne yazdigini okudum.

Bir siirdi! :


Anadildeki güzelligiyle cevirmek imkansiz, hele benim icin. Ama yaklasik olarak  dogru eylem, sevgi ve insana siginak olan seyden bahseden, ormanda yazili sessiz ve ciddi bir sözden bahsettigini söyleyebilirim :) 

Bursa'dan Gemlik'e dogru giderken karayolu belli bir yerde keskin bir dönüs yapar ve birden deniz serilir insanin ayaklarina. Sasirtici bir andir. Ve tam orada, karayolunun tam o noktasinda, yol kenarinda  (eger hala duruyorsa) bir tabela üzerinde sunlar yazilidir: "Gemlik'e dogru, denizi göreceksin, sakin şaşırma!" 

Bir siirin dünya üzerinde her yerden cok yakistigi iki yer biliyorum. Biri bir Orhan Veli siiri icin Gemlik girisi, digeri bir Eichendorff siiri icin bir ormanin kuytu kalbidir :)

Eichendorff'la ilk böyle tanistim.

Ikinci tanismam da iste planli ve daha uzun bir sekilde bu kitapla oldu. Kendisi Goethe'den sonra en cok okunan ikinci Alman sairiymis. Romantik akima dahil ediyorlarsa da, bundan kendisi pek hosnut degilmis. Ben de ayni fikirdeyim; ormandan, agaclardan, dogadan bahsediyor diye insan neden romantik olsun ki?

Sadece bunlardan degil... Sabah sessizligine gömülmüs sisli vadilerden, tarla kuslarindan, bülbüllerden, yaz geceleri yapilan orman yürüyüslerinden, mehtapli gecelerden, ihlamurdan, bahardan, yasama sevincinden, günesin altinda parlayan tarlalardan, yildizli gökten, kar altindaki düzlüklerden, sicak yaz öglelerinde saclarini suya uzatmis sögütlerden, ormandaki geyiklerden ve avci borazanlarindan, gül ile isirgan otundan, tepede sessizce hisirdayan agaclardan ve  bunun gibi bir milyon seyden bahsediyor Eichendorff. Insana nerde gecmis olursa olsun, nasil gecmis olursa olsun, sanki cocuklugundan animsadigi korunakli, masalsi, büyülü bir dünyayi yeniden sunuyor. Insan aynı anda Thoreau'un Walden'ı ile Grimm Kardesler'in masallari karisimi bir sey okuyormus gibi oluyor.

Ilginc olan, biyografisine bakilirsa aldigi hukuk egitiminden sonra hep büyük sehirlerde yasamis ve devlet memuriyetinde calismis kendisi. Bütün bu Wanderer (gezgin) siirlerine karsilik, pek fazla doga gezintileri yapan biri de degilmis. Ancak cocuklugu alt seviyeden bir soylu olan babasinin daha sonralari kaybettigi satosunda gecmis ve bütün ömrü boyunca da cevresi cayirlar, tarlalar ve ormanlarla cevrili bu satoda gecen cocuklugun özlemini cekmis. Kardesine hitap eden bir kac siirinde acikca da hissediliyor bu.

Aslinda zor siir okuyan ve bunu da tercihen anadilinde yapmak isteyen biri olarak Eichendorff'un siirlerini cok sevdim. Düz yazi eserleri de varmis ; örnegin "Bir Haylazin Hayati". Sanirim Türkce'ye de cevrilmis.

Eichendorff mu? Memnun oldum. Yine okuyacak ben!


9 Mart 2015 Pazartesi

Dedem Bir Kiraz Ağacı


Dedem Bir Kiraz Agaci
Angela Nanetti
Günisigi Kitapligi

Oglumun yasina uygun mu anlamak icin okumaya kalktim. Resimler harika, hikaye sicacik ve biraz dokunakli. Sonunda biraz agladim bile. Cocuklarina doga bilinci vermek isteyen ama bunu "Ekofobiyi Aşmak" kitabinda bahsedilen türden  akademiklesmis , soyutlasmis ve uzaklasmis bir  ekolojik bilince bulasmadan yapmak isteyenler icin hos bir hikaye.

  

6 Mart 2015 Cuma

Kareler

Deklansörüne basilmamis karelerim var.
Deklansörüne basilmamis karelerim vaaaar!
Var mi isteyen?

Icinde bir catinin en ucunda dikilmis ask sarkilari söyleyen bir karatavuk var.
Ve bir agackakan , agac gövdesini gagasiyla trompetleyen.

Bir kardelen var karelerimde, bir insaat molozunun orta yerinden,
ölüm sahasinin kiyisindan bas veriyor yasama...
Bir leylak agaci var, dallarindaki kalpler baslamis atmaya...
Bir kızılcık agacı var; sarı, uykulu gözlerini acmak cabasinda...

Karelerim var, cok karelerim var, deklansörüne basilmamis.
Birazina teknoloji yetmez, birazina gönlüm yorgunsa da...
Coğu dikilmesi tuhaf sokaklar, aşması ayıp çitler yüzünden.

Hepsi de benimdi oysa,
Çünkü ben gördüm, ben duydum, ben oldum.

Sokaklar ve çitler icat oldu, mertlik bozuldu.

5 Mart 2015 Perşembe

Pure, White and Deadly


Pure, White and Deadly, The Problem of Sugar
John Yudkin
Davis-Poynter, 1972

Bir sehir efsanesine göre John Yudkin'in 1972 yilinda yazdigi Pure, White and Deadly adli kitap, rafine seker endüstrisinin o kadar hosuna gitmez, o kadar hosuna gitmez ki, kitabin dagitimini durdurmak ve duyulup, bilinmesini, okunmasini engellemek icin ne gerekiyorsa yaparlar. Acikca kitabin sümen alti olmasi, yeni baskilarinin yapilmamasi icin caba gösterirler. Bütün bu cabalara karsin seker karsiti hareketin unutmadigi Pure White and Deadly'nin 2000'li yillarda internette dolasan soft-copy'lerine eslik eden hikayedir bu. Haliyle insana "sekere bu kadar karsi ne söylemis olabilir?" dedirtir, o yüzden aranir taranir, e-book okuma özürlü olundugu icin Almanya kütüphanelerindeki biricik kopyasi bulunur ve eski kagit kokan sayfalari cevrile cevrile okunur. Sehrimin devlet kütüphanesine beni bu kitapla bulusturmak konusunda gösterdigi üstün caba ve Bremen Üniversitesi kütüphanesine de baska kütüphanelerin baska kitaplarda yaptigi gibi kitabin tursusunu kurmak egilimine girmedigi icin tesekkürü bir borc bilirim :)

Peki neymis Yudkin'in seker hakkinda bu kadar etki yaratan görüsleri? Aslinda cok özel seyler degil. Özel olan bütün bunlarin 1972'de söylenmis olmasi. Bizler yasadigimiz yillardan bakinca anlamakta güclük cekebiliriz ama 1970'lerin basi güclü seker lobisinin seker hakkinda "vücudun ihtiyac duydugu bir maddedir, cok sagliklidir, müthis enerji verir, kilo aldirmaz tam tersine zayiflatir" türünden masallar anlattigi bir dönem. Böyle bir dönem de cikip diyor ki Prof. Yudkin...

...durun, direk alintilayayim:



Bunlari demekle kalmiyor, seker cevresinde oynanan kelime oyunlarina dikkat cekiyor. Örnegin kanda seker derken kastedilen "glikoz", günlük yasamda tüketip konustugumuz seker ise cogunlukla "sucrose". Ayrica fruktoz, laktoz, maltoz gibi bir alay "seker"daha var. Ama endüstri bilincli olarak glikozu kastederken de, kendi ürününü kastederken de "seker" sözcügünü kullaniyor. Sucrose ve glikozun vücuttaki etkileri tamamen farkli. Bu aliskanlik sokaktaki insanda da bilerek veya bilmeyerek devam ediyor. Sekerin yasamsal oldugu ve kanda zaten sürekli bulundugu söylenirken sucrose degil, glikozun kastedildiginin büyük olasilikla farkinda degil. 

Ayni kelime oyunlari "enerji" sözcügünün cevresinde de oynaniyor. "Sekerin enerji verdigini söylemek, sirf arabaya fazladan bir kac galon benzin eklediginiz icin arabanin daha hizli gittigini iddia etmeye benzer" diyor yazar ve ekliyor: " Bazen sekerin enerji sagladigina dair bu israrli aciklama , bunun disinda hicbir sey icermiyor olusundan mi kaynaklaniyor diye merak ediyorum."...

Kitabin bir bölümü de insanligin beslenme tarihinde sekerin yerine ayrilmis. Tahminen 2milyon yil kadar insanoglu omnivor, proteinden yana zengin , yag acisindan dengeli ve karbonhidrat acisindan zayif bir diyeti takip ediyor. Karbonhidratin cok büyük kismi nisasta; cok az kismi meyvelerden ve cok nadiren baldan gelen seker. Yani sekersiz de yasanir mi yasanir dedirten en az 2 milyon yillik bir deneyim var :) Kaldi ki 18. yüzyila dek seker hala bir lüks gida maddesi. 150 yil öncesine dek seker kutulari kilitli ve anahtarli imal edilir ve satilirmis. 

Bunun disinda anlatilanlarin bir kismi günümüzde yaygin olarak bilinen gercekler ancak o zamanlar icin anlasilan yeniymis. Bir kismi ise günümüzün güncel bilgileriyle onaylamadan direk kabul etmemek yerinde olur. Sekerin vücutta asitligi arttirdigi icin mide-sindirim sorunlarina yol actigi birinci tür bilgilerden, bazi kalp-damar hastaliklarinda sekerin hayvansal yagdan bile öncelikli olumsuz etkisi oldugu veya miyopa sebep oldugu gibi iddialar ilginc ama herhalde ikinci tür bilgilerden. Sanirim sekerin kalp hastaliklarindan, görme bozukluklarina, cilt hastaliklarindan kanser ve sindirim sistemi sorunmlarina dek pek cok rahatsizliga sebep olan genel bir sorun olduguna (belki de ilk kez) dikkat cekmesi Yudkin'in kitabini bu kadar "tehlikeli" hale getirmis. Bununla da kalmayip sekerin ciddi ciddi yasaklanmasi gerektigini, cünkü zararlarini bilmenin insanlarda yeterli vazgecici motivasyonu yaratamadigini savunmus Yudkin. Kitabin son iki bölümünde ise seker endüstrisinin "saldiri en iyi savunma mekanizmasidir" kabilinden eylemlerini, üreticinin nasil da dürüst olmadigini ve bilim adaminin nasil da tarafsiz kalamadigini bizzat basindan gecen örnekleriyle anlatmis. 

Saglikli ve dogal beslenme ve bu konuda oynanan endüstriyel oyunlar özel ilgi alaninda olan ve bu konudaki literatürü yakindan takip edenler icin 40 yil ötesinden yükselen ve mutlaka okunmasi gereken bir ses Pure, White and Deadly. Savasin gecmis cephelerinden önemli bilgiler tasiyor. Genel olarak seker ve sagliga zararlari üzerine bilgilenmek isteyen okuyucu ayni konularda güncel gelismeleri aktaran daha yeni kitaplari secse iyi olur. Bir kafa karisikligi yaratabilir yoksa bu kitap. Ama bu türden okuyucu bile uyari sinyallerinin bu kadar eski tarihlerden itibaren verilemye baslandigi bilgisini bu kitapla beraber bir kenarina not etmeli aklinin. Bu kitapta yazilanlarin, özellikle sekerin yasaklanasi bir madde oldugu iddiasinin ben dogmadan önce yapilmis ciddi uyarilar oldugunu görmek beni dehsete sürüklüyor örnegin...

Söyledigim gibi hard-copy olarak bulunmasi güc bir kitap, sehir efsanesi galiba dogru.  Ilgilenenler icin e-book örnegin surada var.   



Gülistan




Gülistan
Şirazlı Sadi
Kapı Yayınları, 2015

Gülistan'i okumama bir sebep Thoreau ise, diger sebep Zülfü Livaneli'dir. Thoreau Walden'in Ekonomi adli ilk bölümünün hemen sonunda Gülistan'dan azat servi hikayesini alintilar; Zülfü Livaneli de sanirim bir kac yazisinda bahseder Gülistan'dan.

Sirazli Sadi (dogumu 1209) Mogollar döneminde yasamis, Bagdat'ta egitim görmüs, egitiminden sonra "otuz yillik bir seyahate cikarak Cin'den Misir'a, Anadolu, Suriye ve Arabistan'a kadar pek cok ülkede dolasmis ve bir dönem Haclilar'a esir düsmüs". 1256 yilinda dogum yeri Siraz'a geri dönmüs, 1257'i de Bostan'i , bir yil sonra ise Gülistan'i yazmis. Kitap bir ahlak ve adetler kitabi olarak yazilmis, kendinden sonraki dönemlerde, örnegin Osmanli medreselerinde de ders kitabi olarak okutulmus. Sadi kitaba yazdigi önsözün sonunda "Muradim ögüt vermekti verdim. Hakk'a emanet eyleyerek gittim." diyerek aciklamis amacini.

Gülistan Padisahlarin Tabiatina Dair, Dervislerin Ahlakina Dair, Kanaatin Faziletine Dair, Sükutun Faydalarina Dair, Aska ve Genclige Dair, Zayiflik ve Ihtiyarliga Dair, Terbiyenin Tesirine Dair , Sohbet Edeplerine Dair adinda 8 bölümden olusuyor. Genel olarak düzyazi formunda yazilmissa da , kisa hikayelerin sonuna kisa manzum bölümler eklemeyi de ihmal etmemis Sadi. "Gecmislerin siirlerinden ödünc yoluyla bir seyler alip sözleri"ne katmamayi tercih etmis; "Kendi hirkan eski püskü de olsa baskasindan egreti olarak aldigin giysiden iyidir" diye de aciklamis sebebini.

Aradigimi buldum mu peki Gülistan'da? Söylemesi ayiptir, pek bekledigim kadar derin degildi. Bazi konularda Sadi ile ayni fikirde degildim. Zenginler ve fakirler üzerine tartismalarinda dervise hak verdim; daha sonra kadiyi dinleyince, "eh, sen de haklisin" dedim ona da... Ama dervisle tartismalarini tam bir tarafsizlikla yazabilecek kac cagdas yazar ve düsünce insani vardir?  Iki meselde kendini kapali-acik hissettiren anti-semitik egilimden hoslanmadim ama belki de dönemin genel egilimidir. Sonucta 800 yil öncesinden bahsediyoruz, bugünün deger yargilariyla yargilamak cok kolaya kacmak olur. Belki de ben Gülistan'in derinligine inemedim.

Bunun disinda hos bölümler, hos cümleler, hos meseller vardi altini cizdigim. Bir dönemi ve bir kültürü  tanimak, anlamak icin olmazsa olmaz kitaplardan sayilir düsüncesindeyim.

Gülistan'i ve benzer klasik eserleri güncel ve anlasilir bir Türkce ile okuyucuya sunmak cabasini gönülden destekliyorum. Fakat iki ayri hikayede gecen iki sözcük beni düsündürdü: "Otel" ve "benzin". Otel ile kastedilen "han" mi idi? "Han" denseydi cagdas okuyucu da bal gibi anlardi. Atese "benzin" yerine orijinalde ne dökülüyordu, cikaramadim. Ama körükle gidilse bile benzinden iyi dururdu diye düsünmeden edemedim.

Bana "filmin en iyi kisimlarini zaten fragmanda göstermisler" dedirten güzeller güzeli azat servi hikayesini  de Walden'dan alintilayayim, eksik kalmasin :)