19 Kasım 2015 Perşembe

Dönüş

"Varlıkların hengamesini izleyin,
ama dönüşlerini tefekkür edin."


The ten thousand things rise and fall while the Self watches their return.


Und kämen auf einen Wunschlosen auch alle Wesen zu,— er bliebe still, ihr Kommen und Gehen schauend.

18 Kasım 2015 Çarşamba

Oyun



Bu oyunu oglan kütüphanede bulmus. Klasik oyunlardan farkli olarak oyuncular birbirine karsi degil, birlikte bir amaca ulasmak icin oynuyorlar. Ya birlikte kazaniyor, ya birlikte kaybediyorlar. Oyuncularin sürekli birbirine karsi mücadele ettigi ve bir tek kazananin oldugu oyunlar modern pedagojik yaklasimda bazen elestiriliyor ya, hani takim ruhu da önemli ya, sinerji parlayan sözcüklerden ya, piyasada bu türden oyunlar cogaliyor o yüzden.

Aldik, oynadik. Evet, biz birlikte oynuyoruz ama yine de oyunda bir öteki, bir kötü, bir karşı taraf var. Biz korsanlara karsi oynuyoruz. Biz korsanlardan kacip güvenli limana geri dönmeye calisiyoruz. Icimizden biri bile yakalansa kaybediyoruz. Anca beraber, kanca beraber-iz. Ve fakat sonunda ya korsanlar kazaniyor, ya biz kazaniyoruz.

I ıh, icime sinmiyor benim. Neden insan zihni, eglenmek icin ille de bir karsi taraf ihtiyaci icinde? Biz o adaya gezmeye gitmistik ama oyun korsanlar karsimiza ciktiginda basliyor. Korsan yoksa, oyun yok, heyecan yok, eglence yok.

Insan oyunlarda degil sadece, yasarken de bunu hep yapiyor. Kendine -aslinda yoksa bile- bir öteki yaratiyor. Yaratmazsa ici rahat etmiyor. Sıkılıyor. Öteki yok, eglence yok.

Belki bir gün biraz daha büyüdügümüzde, amaci bütün "ötekiler"le birlikte; ama "bizbize" degil,mutlaka onlarla birlikte bir adaya gezmeye gitmek ve o adayi temiz ve derli toplu ve güzel ve huzurlu tutmak olan oyunlar tasarlanir. Cocuklar da öyle oyunlari pek eglenceli bulur. Belki bir gün biz biraz daha büyüdügümüzde...

Hatta daha sonra belki...

Köknar ve ladin


İğne yapraklilar konusunda hep zayiftim. Bu yil oglanla beraber ben de öğreniyorum. 

Ders: Hayat Bilgisi , 

Konu: Cevremizdeki 4 iğne yaprakli agaç. 


Bazi köknarlar meger ladinmis :)



Ve bazı köknarlar da gerçekten köknarmış :)


harfler



Bu fotografi yanlislikla cektim. Gerisini daha sonra bilgisayarda bakarken farkettim. Sözcükler ne güzel, harfler ne güzel, basılı kağıt (ve basısız kağıt) ne güzel. i'nin üstündeki nokta gercekten nokta ama ü'nün üstündekiler aslinda minik karolar. Ve g'nin kenarindaki kirpik sanki icli, incelikli, derin bir hikaye anlatir gibi. 

Geçer



Gecen yil bu vakitler ayni yerde durup, buna cok benzeyen bir fotograf cekmistim. Altina da "içim gibi" yazmistim. Bu fotograf da "içim gibi". Oysa o zamanki ve simdiki içim birbirinden ne kadar farkli. O gecti, bu da gecer. Her sey geciyor, bu da gecer. Yüzünü günese dön, objektifte parlayan ve gözüne dolan günesi engelleme. Ama unutma, bu da gecer.


"Gönlünü geçici olana bağlama, çünkü halifelik son bulsa da Dicle, Bağdat'ın içinden akmaya devam edecektir."*

Kaldı ki belki Bağdat, ve hatta belki bir gün Dicle bile gecer. 


*Şirazlı Şeyh Sadi

degil mi örümcek hanim?


Hem senin ve benim varlığımıza sebep, varlığımıza olanak olur.
Hem de ışığını döker üzerimize, seni ve beni görünür ve görür kilar.
Belki de ne sen bunun farkindasin, ne de yasam agaci,
Ama günes ne güzel sey, degil mi örümcek hanim?

Uyanık



Of of of, yine geldi o buldu beni.

Demek ki bu Aralik, demek ki yine o trenlerde, demek ki "bizi terk etmeyen safaga kavusma umuduyla"... 

ZORUNDAYIZ!



16 Kasım 2015 Pazartesi

Dilek Nr.2

Yetmis küsur yasindaki komsumun bazi kalp sorunlari var. Bir kac yil önce iyice ciddilestiginde kalp pili taktilar. Arada bir, bir torunun dogumgünü, mevsimlik temizlik veya buna benzer bir sebeple kendini fazla yordugunda, kalp ve pili kendilerini belli ederler. O zaman mümkün oldugunca sessiz sedasiz ve tiyatrosuz hastaneye gider. Tetkikler, kontroller yapilir, kendini iyi hisseder, geri döner. Gecenlerde yine böyle bir sebeple hastaneye gitti, tahminimizden fazla sürdü dönmesi, merak ettik. Esi "sorun yokmus, rutin kontrolleri yapiyorlar yine" dese de merak ettik. Hastaneden döndügünü tahmin ettigim, ögleye dogru kapisini calmayi düsündügüm bir sabah, camdan oglani yolcu ederken bahce kapisinin önünde dikilirken gördüm. Pembe, hos bir bluz, yakin tonlarda hos bir ceket giymis , sirtinda sirt cantasi, bir an durup gülümseyerek sokaga bakti kisaca. Sanki bütün sokagi selamlar gibi. Sonra yürüyüp gitti. Hastaneden geldiginin ertesi günü nereye gidiyor olabilir? Doktor veya eczaneden baska hicbir yer gelmedi aklima. Yine de ucuk pembe, yine de gülümseme, yine de sirt cantasi ve enerjik durus.

Bir iki gün sonra ögle saatlerinde kapisini caldim bir sebeple. "Tam ögle yemegi saati... rahatsiz ediyorsam kusura bakmayin ama..." dedim. "Ah, bosversene" dercesine elini salladi gülümseyerek ve her bir sözcügün üzerine basarak su anlama gelecek bir sey söyledi: "Kendimi rahatsiz ettirmiyorum"

Kendimi rahatsiz ettirmiyorum.
Rahatsiz olmama izin vermiyorum.
Secim hakkim var, rahatsiz olup olmamam dis bir etkene degil, bana bagli ve ben rahatsiz olmamayi seciyorum.

Komsumu rahatsiz eden, üzen seyler hic mi yok? Var. Biliyorum.
Ama bu durusu, bu tercihi hosuma gidiyor :)

Aynisindan kendime diliyorum.
Mümkünse simdi.
Onun yasina geldigimde de.
Ucuk pembe bluz ve ceket de bonusu olsun lütfen :)

15 Kasım 2015 Pazar

Ders



Kendime sık sık anımsatmayınca olmuyor:
Dikkatini yikilan agaclara degil, büyümekte olan ormana ver. *
Agaclar gürültüyle yikilir, orman sessizce büyür.
Bu yüzden dikkatini sessizlige vermeyi ve kulagini sessizlige kabartmayi ögrenmelisin.
Peki nasil? 
Kendi icinde sessiz sedasiz ve sakin olmadikca, disindaki sessizligi ve sükuneti dinleyemezsin. **
Öyleyse icini sessiz tut.
Evini evrenin her zaman yeni ve temiz kalmis bir bölgesinde kur ***
ve onu temiz
ve derli toplu tut. 



Sen simdi git de, bu dersi calis azicik, hadi canim.

* Dürr
** Tolle
*** Thoreau

13 Kasım 2015 Cuma

Bugünküler...


13, 14 ve 15 numara bir arada...


16 numara ne olsa diye bakinirken is seyahatinden gelen babaya ucakta verilen cikolata gözüme carpti, el koydum hemen :) E tabii, 24 ayri armagan alamam, bütcemi asar :)

 Cikolataya bakinca hemen paketi gözümde canlandi :


Isin ilginc tarafi son bir yildir epey malzeme birikmis evde, paketleme icin disaridan hicbir sey almam gerekmedi, hep evdekileri kullaniyorum. Kece cok eglenceli ve naz çeker bir malzeme :)



 Armagan bana olsaydi yukaridaki sekliyle yeterliydi. Ama oglan icin biraz hareketlendirmeye karar verdim. Himm, evet, cikartmalarindan asirdim yine bir iki tane :)


12 Kasım 2015 Perşembe

Varan 11 ve Varan 12


Varan 11 ve Varan 12 :)
Makinenin sarji  bitmek üzere oldugu icin tek karede grup fotografi verdiler :)



24. bittiginde icimdeki paketleme canavarini durdurabilecek miyim, emin degilim. Bir kez uyandi :D

Dilek Nr.1


Narı internette gösterilen o pratik yöntemlerden hicbirine bakmadan, ince ince , tek tek soymayi...
makine dikisini de adini kaale almadan elde yapmayi severim :)

Bu dünyanin tüm zamanlari benimmis hissi her nereden geliyorsa, önümüzdeki aylarda da benimle olsun dilerim. 

Işıktı, suydu


Yine bir gün günlerden ışıktı, suydu.
Karenin hemen sağında sıra sıra arabaların parkettiği bir sokak olsa da ne gamdı.
Bu kareye izin veren bir şehir tasarlamak da az iş değildi.

Kutu kutu pense

24 kücük neselik ve onlara 24 paket procesinde....

Varan 1:
Kendisi yapti.

Varan 2:
Ben ördüm :)

Varan 3:
Eski bir kesekagidini yazin yaptigimiz ip baskisiyla birlestirdim :)
Bu türden baski calismasi yaptigimiz kagitlardan daha o sira agac, kus, kalp vb sekillerini kesmistim. Cok pratik oldu zarfi hazirlamak :)

Varan 4:
Kutuyu renkli kare kagitlardan katladim, kalp ve yildiz dedigim gibi, yaz calismalarindan...

Varan 5:
Daha önce yapmistim bunu. Icine "Schnitzeljagd" usulü bir bilmece sakladim. Bilmeceyi cözünce armagana ulasacak :) 


Varan 6:
Bu da gecmiste bir tangrami kitabinda görüp yaptigimiz bir süs. Icine bir bilmece sakladim yine :)

Varan 7:
 Bu karti da yazin yaptigimiz püskürtme islerden devsirdim :)
Onun cikartmalarindan caldim üzerini biraz daha da hareketlendirmek icin. Umarim görünce kizmaz :)


Varan 8:
Bunu burada postanelerde satilan dogal paket iplerinden ördüm. Ama saglam bir tig gerektiriyor.  Önce kutu gibi bir sey tasarlamistim. Sonra baktim kus yuvaina benzer bir sey cikti. Daha da sonra onu icine altindan inciler yerlestirerek istiridye/midye yapiverdim ben . Agzini da ördüm fotograftan sonra :)


 Varan 9:
Icinde de beyaz, yesil, kirmizi cizgili bir sey var. Konsept uydu :)

Varan 10:
Bunu görünce icinde ne oldugunu tahmin edecek büyük olasilikla. Olsun....


Geriye kalmis 14. Hadi bakalim...
Iclerine yerlestirecek minik armaganlar bulmak da zorluyor ama daha zaman var, herhalde yetisir :)

11 Kasım 2015 Çarşamba

Meditasyon ve beyin




Meditation und Gehirn
Dr. Heinz Hilbrecht

Schattauer, 2010

Uzun zaman önce yarim birakip ancak geri dönebildigim bir seri kitaptan birisi bu.
Yazar tip doktoru degil, doga bilimcisi. 30 yildir meditasyon yapiyormus. Hem kisisel deneyimlerini anlatiyor, hem de bilimsel arastirmalarin isiginda meditasyonu anlamamiza yardimci oluyor. Kitabin amaci zaten meditasyon hakkinda eski dogu bilgelik geleneklerinde söylenmis seylerle, bugünkü bilimsel arastirmalari karsilastirmak.

Önce meditasyonun tarihcesiyle giriyor konuya Hilbrecht. Budizm ve Taoizm'den önce de doguda derinlikli bir zihinsel egzersiz gelenegi oldugunu ögreniyoruz. Dahasi Eski Yunanlilar'da ve Germen ve Keltler'de de bugünkü anlayisa paralel meditasyon benzeri uygulamalar varmis. Yunanlilardaki meditasyonun Büyük Iskender dönemindeki bilinen ilk Yunan-Hint (Bati-Dogu) bulusmasindan da önceye gittigini söylüyor. Hristiyanlik'ta iki türlü  "meditasyon" var: Meditasyon (: Bir konuda yogunlasan derinlikli düsünme) ve Contemplation. Bugünkü anlamiyla meditasyon aslinda Hristiyan gelenekte Contemplation :) 19 yy.da Bati ve özel olarak Hristiyan mistik bakisin Contemplation'u Dogu meditasyonu ile tanisiyor. Örneklerini Rudolf Steiner ve Hermen Hesse'de görmek mümkün.

Ikinci bölümde beynin biyolojik gelisimi üzerine bilgiler veriliyor.Genc beyin ve yasli beyin üzerine söyledikleri bugün kabul ettiklerimizden farkli ve ilginc.

Ücüncü bölümde eski budist kayanklara göre meditasyonun 9 seviyesi aciklaniyor. Bu ilginc; meditasyonun zihin ötesi bir yani olmasina ragmen epey "zihni", analitik bir tarifiyle karsilastigima sasirdigimi söyleyebilirim. Burada (aslinda kitabin genelinde de) kendimizi yüzme bilmeden yüzme üzerine yazilmis bir kitabi okur gibi hissediyoruz. Üstelik kitabi okuyarak yüzme ögrenme olasiligi da yok, suya girip hareket etmeden yüzme ögrenemeyiz :)

Dördüncü bölümde Hilbrecht bir önceki bölümdeki bazi kavramlar, deneyimler ve onlarin bilimsel acidan aciklanmasina daha cok yer ayiriyor. Sözsel düsünce, "Bilincdisi düsünce" , ayna nöronlar, theory of mind, "ücüncü göz" (Bkz. Dipnot),"büyük bosluk", özgür irade bunlardan bir kismi. Oldukca bilgilendirici. Bunca zamandir o veya bu kitapta "Theory of Mind" konusuna rastlarim, Sally'nin misketinden bir adim öteye gidenini görmedim diyebilirim. Bu kitap gidiyor.

Besinci bölümde eskilerin deneyimle tanimlayip kayit altina aldigi kimi fenomenlere bilimsel aciklama getiriyor. Önsezi, gelecegi görme, ice dogma, altinci his, beyin okuma,  "Chi" (qi), Kundalini, ölüme yakin deneyimler, beden disi deneyimler gibi. Son ikisini ileri meditasyon asamalarinda kendisi de deneyimlemis, "sahadan" bildiriyor :) Buradaki aciklamalar da epey bilgilendirici ve akla yakin.

Altinci bölüm dikkatsizce ve yanlis meditasyon uygulamalarinin sebep olabilecegi sorunlar üzerine. Meditasyonu, önyargilara sebep olan yanlis bilgi ve uygulamalardan temize cikariyor diyelim :)

Yedinci bölüm meditasyonun saglik üzerinde arastirmalarla kanitlanmis yararlari üzerine.

Sekizinci bölüm meditasyonun uygulamasi üzerine. Tüm bu anlatilanlar üzerine yazardan bi meditasyon tarifi olmasi gerekirdi diye düsünmüstüm, bu bölüm iste tam da bunu yapiyor. Taoismus kaynakli ve 2000 yildir denenmis bir usulün tarifini yapiyor.

Dokuzuncu ve son bölüm meditasyon yapanin nasil beslenmesi ve beynini nasil beslemesi gerektigine dair.

Oldukca kapsamli ve bilgilendirici bir kitap. Meditasyon üzerine adinin vadettiginden da fazlasini sunuyor. Üstelik eski kaynaklarin ne söyledigini de aktariyor, üstelik modern bilimin ne dedigini de söylüyor, üstelik kendi kisisel deneyimlerini de paylasiyor. Spekülasyon yok; akla hitap etmeyen bi tarafi yok; asiri mistik, spiritüel laflar yok. Insana beynini ve kendini sevdiriyor :) Daha ne olsun?

(Dipnot: Kapak fotografi uzun zaman meditasyon yapanlarin beyninde etkinlestigi tespit edilen , orbitofrontal kortex üzerindeki bir noktayi isaret ediyor. Sözkonusu bölge dogu geleneginde "Ücüncü göz" diye bilinen noktayla ayni yerdeymis.)

8 Kasım 2015 Pazar

Plan proce


Bunca isin arasinda ve böylesi yogun bir dönemde, kafam(ız)da bir takim plan-procelerin ucuşmakta oldugu

 ve o planlarin Aralik 1 itibariyle bitirilip uygulamaya baslamis olmasi gerektigi

ve kendim edip kendim bulduğum...

... son derece dogrudur.


Mavi not

Daha sonra gri tabaka gelip Ocak'a kadar kazik caktiginda,
gök yere yakinlastiginda ve ruhlar daraldiginda animsamak üzere...

Sunu unutmadan kisisel tarihime not etmeliyim:

6.11.2015 - Orta Avrupa!


7 Kasım 2015 Cumartesi

Şenlik


Yaşamın yollarımıza konfetiler serpmeyi unuttuğu tek bir mevsim bile yok.
Gözünü aç. Şenliğe katıl.

6 Kasım 2015 Cuma

Magic Cleaning


Bir arkadasim "Eylülmek" projemi duyunca bir göz atmami tavsiye etmisti. Kütüphanede bana sira gelmesini bekleyince okumak biraz zamanimi aldi. Okumam kisa sürdü yalniz.Toplamda bir günde bitti diyebilirim. Ne kesin okunmali diyebilirim, ne kesinlikle okunmamali... Yenilik olarak sundugu bazi seyleri annemden ögrendim :) "Annenizden ve ananenizden ögrendiklerinizi cöpe atin" önerisini ciddiye alamiyorum öyleyse... Bazi seyleri zenhabits ve benzeri blogger'lar bize zaten anlatmisti. Bazi fikirleri Eckhart Tolle bile söylemisti! Burada da rastlamak hos oldu. Hatirladim, tekrar motive oldum. Bazi fikirlerini yanina yildiz cizerek not aldim. Bazi fikirleri beni benden aldi. Cantalari saklama yöntemlerine ayirdigi üc sayfa gözlerimden yas gelmesine yol acti. Cantalara ve coraplara barbarca muamele edenler hakkindaki fikirlerine hic girmiyorum. Zeytinyagi ve sampuanlari evin baska bir yerinde saklama fikri benim icin uygulanabilir degil :) Teorilerini daha cok bekar, cocuksuz, tek basina yasayan, 20-30larinda genc kariyer sahibi kadinlarla, "One-woman-household" tarzi evlerde test ettigi hissine kapildim. Marie Kondo'nun bizimki gibi bir evde,  benimki gibi bir cocuk ve benimki gibi bir kocayla imtihanina sahit olmayi cok isterdim. Cocuk odasi ve mutfaga dair pek önerisi yok. Giysiler ve aksesuarlar üzerine epey önerisi var. Eve giris ritüeline bayildim, bir sonraki hayatimin bekar ve cocuksuz kisminda benzerinden bi tane de ben edinmeye karar verdim. Bedenimi ve ruhumu isin icine katmasini sevdim.  Ekoloji ve ekonomiyi isin icine katmamasini sevmedim. Onlari da hesaba katarak parlak fikirlerle gelseydi iste o zaman kalbimi tam kazanacakti.  Mutfakta beni mutlu etmeyen, bir gün kirilirlarsa gidip yerine mutlaka ama mutlaka beni mutlu edecek kardeslerini alacagim kupalar var örnegin. Dünya ahvalini ve aile bütcesini hesaba katinca atamiyorum Konmari'cim :) 

5 Kasım 2015 Perşembe

Kütüphane yolundan

Dün ormana degil kütüphaneye gittik ama yollar mantar doluydu :)



Bu kamuflaj yapan minikleri oglan kesfetti :)
 

Fikra da oglandan gelsin : Bay Müller mantar zehirlenmesi sebebiyle hastaneye kaldirilmis. Doktor demis ki taburcu ederken, "Bir daha sakin bilmediginiz tanimadiginiz mantarlari yemeyin". Bay Müller demis ki "Ama doktor, ben de öyle yaptim zaten, bildigim tanidigim tek mantar sinek mantari!" :)) (Sinek mantari: Masallardan tanidigimiz kirmizi üstü beyaz puantiyeli mantar, cok sevimli ama zehirli) 


Bu yapraklara gelince... Ait oldugu agacin adi aslinda "Lale agaci". Ama benim oglan ona "Teufelsbaum" (İblis ağacı) adini verdi. O deyince ben de gördüm, ama olsun biz yine lale agaci diyelim ona :) 


Artik günler kisaldi. Eve dönerken karanlik basmaya baslamisti. Yere baksak mantarlari göremezdik, ben de "e, göge bakalim bari" dedim :)


4 Kasım 2015 Çarşamba

Afacan Beşler



Cocukken en severek okudugum kitaplardandi: Afacan Besler - Enid Blyton
Rüzgarli tepeler, acik hava, kayaliklar,  okyanus kiyilari, yagmur botlari ve yagmurluklar, yürüyüsler, zencefilli kurabiye. Aklimda bunlar kalmis.

Uzun zaman önce kütüphanede gördüm, uzun zaman önce gözüme kestirip oglanin yasinin gelmesini bekledim.

Bir süre önce zamanidir deyip  bir kütüphaneciye serinin neresinden baslayabilecegimizi sordum. Bir numara hala var miydi? "Maalesef en en eskiler artik yok. Ama surada derleme ciltleri var bir kac tane, eldeki en eskileri bunlardir sanirim" dedi. Onlarin da altincisi vardi bir tek o anda, onu aldim. Yanimda oglanin anaokulundan tanidigim bir anne vardi tesadüfen; "Aaa, Afacan Besler! Ben bunlarla büyüdüm" dedi heyecanla. Ortak bir heyecanla gülümsedik birbirimize. Anlasilan epey bir ülkede epey bir cocuk "bunlarla" büyümüstü :)

Bizim oglan da bunlarla büyümeye hevesli miydi? Sanirim derleme cildinin kalinligi biraz cekinmesine yol acti. Epey bir süre kitaba yaklasmadi. Gectigimiz günlerde hastalaninca oturup birlikte okuduk. Atesi varsa, keyifsizse, kendini nasil oyalayacagini bilemiyorsa, özellikle gecenin bir yarisiysa birlikte kitap okumak hem ona hem bana iyi gelir. Onun bagisiklik sistemine, benim de sinirlerime kendi kendilerini iyilestirmek icin biraz firsat tanir.

Okudugumuz ilk hikaye, tesadüf eseri cocuklugumda da okudugum hikayelerden biriydi. Ikimiz de okuyup bitirdigimizde, kizkardesim deniz fenerinden kayaliklardaki labirentli magaralara bir baglanti oldugunu kitabin o kismina gelmeden önce anladigini söylemisti de, kiskanclikla karisik bir hayranlik duymustum kendisine hatta. Bunca yil sonra bunu animsamak ne ilgincti. Yukaridaki gri hücrelerde galiba bütün cocuklugum hala kayitliydi.

Cocuklugumdan animsamadigim yeni izlenimlerim de vardi tabii.

Yetiskin gözüyle Profesör Kirrin tam sopalik bir adamdi bana kalirsa. Durmadan evi terörize eden profesör arkadasiyla kendisiydi. Sessizlik istiyorsa kalkip kendine sessiz bir ortam bulsundu. Gören de bu ikisini atom fiziginin derin mekanizmalarini aciklamakla mesgul sanirdi. Büyük olasilikla ugrastiklari konu incir cekirdegini doldurmazdi. Bayan Kirrin bence cok taviz veriyordu.

Johanna kitabin asil kahramaniydi. Görünüste bütün gün mutfakta birseyler pisirip tasirmakla mesgulse de; ne calisma odasinda büyük icatlarin, ne rüzgarli kayaliklarda büyük maceralarin pesinde olsa da, evet, asil kahraman oydu. Bütün ögünleri, krapfenli ve kurabiyeli ara ögünleri hazirladigi bir yana, afacan beslerin "Proviant"larini hazirlayip sepet sepet kutu kutu ellerine tutusturan da oydu. Bütün hikayelerde -evden ve Johanna'dan uzak da gecseler- onun karakterine karsilik gelen birisi mutlaka vardi. Bi ciftlik sahibinin karisi veya yatili bir binicilik kursunun sahibi olan kadin... Onlarin hepsine genel olarak Johanna diyoruz.

Georg bütün erkek gibi görünme ve davranma cabasina karsilik mizmizin tekiydi, Anne'den daha fazla kiz kaprisi yapiyordu.

Ayrica hikayelerin ikisinde daha erkek gibi olma - görünme cabasinda kizlar vardi. Ortalik asil adi Henrietta olan Henry'lerden, Harriet olan Harry'lerden gecilmiyordu. Acaba bunu o dönemin Ingiltere'sinde cinsiyetci sosyal rollere karsi bir direnisin baslangici gibi mi görmek gerekirdi?

Anne aslında bayağı sıkı bir kizdi. Haydutlarin elindeyken, magarada oturdugu yerde uyuyabilmesini ve deniz fenerinde mahpusken delirmeyip hala cay demlemeyi falan düsünebilmesini baska nasil aciklayabiliriz?

Cay demisken... Evet, her firsatta deli gibi cay iciyorlardi. Deniz fenerinde islerin en karistigi anlarin birinde Julius "kendime gelmem icin bi cay icmem gerek" diyordu. Sonra olay cözülüp dertler bittikten sonra olay mahaline gelen polise de hemen cay demleyip ikram ediyorlardi. Ingiliz olmak herhalde böyle bir seydi :)

Sicak yaz günlerinde hem dondurma, hem limonatayla serinlemeye kalkmalari belki biraz züppeceydi ve üstelik Cola da iciyorlardi. Neyse ki o kismi ben okudugum icin hemen filtrelemeyi basarmistim. Ne de sansürcü bir anneydim böyle :)

Ve haklisin Handancim, Afacan Besler odanin ortasina kendi piknik düzenini kurmadan cekilmiyordu. Bizim oglan her yemekten sonra karin agrisi cektiginden odasinda azar azar ama sürekli zarar vermeyecek seyler yiyip icme moduna girmistik. Su, elma suyu, muz, elma, cubuk kraker, etimek ve pirinc patlagindan olusan menüyle bir piknik ortami Afacan Besler'e eslik etmekteydi.

Kitabin sonuna dogru oglan kitabi elimden kapmis, bir kösede kendi kendine okuyarak demlenmekteydi :)

Bi de bunlarin gizli yedi olani mi vardi? ;)


  

2 Kasım 2015 Pazartesi

Ortak

Çok uzun süre önce bir kez bahsetmiştim. Birbirine uzak gibi görünen dillerde aynı deyimlere, atasözlerine rastlamak bana ilginç gelir. Koleksiyonunu yapiyorum bu ortakliklarin. Cünkü cok uzak, cok eski bir kültürel yol ayrimina veya cakismaya isaretmis gibiler.

Ada'yi okurken bir örnegine daha rastladim, gülümsedim: "Die Hunde bellen, die Karavane ziehen weiter".

Kelimesi kelimesine su demek:
"It ürür, kervan yürür."

Ada'nin orijinali Ingilizce olunca merak ettim, gittim bir de oradan baktim:
"The dogs bark, the Caravan passes."

Bu kez "karavan"a,  coook eski ve günlük konusma dilinde baska kullanim örnegi neredeyse kalmamis fiile ve güzeller güzeli kafiyeye bakarak, kaynaginin Dogu kültürü ve Türkce oldugunu varsayabiliriz sanirim.

Önemli mi? Yani kaynagi önemli mi, bu ortaklik önemli mi? Bana önemli geliyor.
Hepsinden de önemlisi, bu köpeklerin ne demeye "ürüyüp" durduklari sorusu...
Karavanin bu kendinden memnuniyeti, bu kendinden ve gittigi yerden eminligi...
Beni düsündürüyor.

Diyalektik

Bu arada belirtmeden gecemeyecegim. Bütün ömrüm boyunca "Hegel...diyalektik..." bidi bidisi yapanlara sinir olmusumdur. Hayat böyle iste. Seni sinir oldugun seyle bizzat denemeden birakmaz. Üstelik oglan hasta... Üstelik ailecek varolusun daha dip, daha temel bir sorunsalina dalmis durumdayiz. "Yeterince sivi aliyor mu acaba?" , "Ekmek olsun yiyebilir mi ki?"

Diyalektik ne ya?

1 Kasım 2015 Pazar

çokluk üzerine

"Nerde çokluk, orda b.kluk" da deriz, çokluğun, çesitliligin üzerine güzellemeler de yazariz.
Çokluk bazen bela gibidir gözümüzde, bazen evladir. 
Bazen yikici güctür, kaostur; bazen yaratici güctür.
Hangisi doğru?

Bu soru zaman zaman aklima takilir. Bazen birini, bazen digerini savunmakla celiskiye düsüyoruz gibi gelir. Neden baskasinin aklina takilmadigi da aklima takilir.
Megerse Pauli'nin aklina da takilmis.

Pauli Heisenberg'in tüm meslek yasamina eslik eden arkadaslarindan biri. Yasca ve tecrübece biraz daha büyük ondan. Tanismalarindan itibaren Heisenberg'in önemli bilimsel konuklarda hep dönüp fikrini sordugu bir "büyügü" olmus. Bazen tatli, bazen sert, hep destek görmüs ondan.

1950'lerde Amerikali atom fizikci Lee'nin bazi ilginc gözlemleri sebebiyle Pauli ve Heisenberg bu konunun aciklanmasina yogunlasiyorlar. Aralarinda gidip gelen mektuplarda hararetli tartismalar oluyor. Ana konulari atom cekirdeginde ikilik ve simetri.  Pauli bir mektubunda "Zweiteilung (Ikiye bölünme, Dichotomie, Catallanma) Iblis'in cok eski bir özelligidir. Zweifel (Süphe) sözcügünün en eski anlaminin Zweiteilung olmasi gerekir" diye yazar. Baska kaynaklarin da belirttigi üzere, iblis sembolü olarak yilan ve onun catalli diliyle, eski resimlerde elinde tuttugu catal hep bu ikiye bölünmeye, catallanmaya isaret eder. "Ben" ve "O" diyerek bizi getirip ilk yol ayiriminin basina birakan da kimdir zaten?

Peki o yaratici güc?
Neden Lao Tzu, Tao The Ching'de söyle der?
Tao, Bir'e hayat verir.
Bir Iki'ye hayat verir.
Iki, Üc'e hayat verir.
Üc, tüm varliklara hayat verir. 

Ay, karisik bir is bu is. Daha bu isin Aristo mantigi var, Kartezyen mantigi var. Hegel ve onun diyalektik yöntemi var. Ve hepsinin de ortasinda sanki Heisenberg'in "Belirsizlik" ve Bohr'un "Tamamlayicilik" ilkesi var. Üstelik sokaktaki insaniz biz, quantum mekanigi ile felsefe üzerine okudugumuzun cogundan bir sey anlamiyoruz. Öyleyse nasil oluyor da "bilir" gibi oluyoruz?

Benim kafam karisti, dagittim yaziyi. Anahtar kelimeler burada yalniz.
Bir de maviyle sariyi toplayinca yesil oluyor biliyor musun?
Gerisini sen toparlayiver artik.


Geç-miş zaman

Ahmet Altan babasinin ardindan upuzun bir yazi yazmis. Upuzun yazinin bir yerinde, tek bir cümlede gidenin ardindan bakanin acisini  ve insanin geçicilikle bitmek bilmeyen imtihanini ne güzel özetleyivermis: 

'Bütün bu hikâyeleri geçmiş zamanda anlatmak öldürecek beni.'