21 Ekim 2015 Çarşamba

Düne dair

Kurt kadin magarasindan disari basini uzatti.
Biyiklarini (gecici bir süre icin) temizledi.
Yelelerini fircaladi, bir iyice ceki düzen verdi.
Yola cikti.

Günes yükselirken tarlalarin üzerinde asili sis güzeldi.
Tam yolculuk havasiydi.
Yolda cocuklari seyretti,
Cocuklu Italyan kadinlari
 ve yasli Alman kadinlari
ve Italyan cocuklu kadinlarla, yasli Alman kadinlara  yer vermeyi seven, genc, sohbeti güzel bi Ingiliz kadini seyretti. Bütün yol boyunca basini telefona gömen ve herhangi bir kimseye yer vermek konusunda tercihlerini belli etmeyen Ortadogulu adami da...

Kurt kadinin isi gücü budur. Magarasindan cikmissa seyre dalar.

Kurt kadin sehre vardi.
Yollarini bildigi, kendine ceki düzen verdiginde yabaniligini oldukca iyi saklayabildigi sehre...
Sonbahara ve "akan suya" selam verdi.
Kendine biraz daha ceki düzen verdi.
Bir takim insanlara kendi hakkinda masallar anlatti.
Biraz sürdü bu. Sürmesi beklendigi kadar.

Sonra tekrar yola düstü.
Sehrin sokaklarini ve sonbahar günesini hissederek...
Fikri sorulan konuda fikrini beyan etti.
Fikri soruldugunda beyan edecek kadar medeniydi canim.
Yani yabani dedikse...

Sonra tekrar yola düstü.
Sol dizi agriyordu. Magaradan ciktigi icin degil, magaradan cikmadan önce bile agriyordu.
Bu sol diz, bu sairin deyisiyle acemi taraf ne demeye agriyor, ne demeye calisiyordu?

Cikarip bir felsefe kitabi okumaya basladi.
Yabani kurt kadinlar felsefe okumaz diye bir kural mi vardi?
En cok, en önce onlar okurdu felsefe.
"Seni nasil defnedelim?" diye soran Kriton'a tatli tatli gülümseyip "Nasil istersen öyle defnet, tabii beni yakalayabilirsen" diyen Sokrates...
Asla erisip sahip olamayacagina - bunu bile bile- duydugu sevgiyle, philo-sophie ile kurt kadini da tatli tatli gülümsetmekteydi.
Bu yabanlik da baska türlü cekilmezdi zaten.

Kurt kadin magarasina geri döndü.
Sol dizi hala agriyordu.
Maskeleri cikardi, postunu tekrar üstüne gecirdi.
Yavru kurtu kulagindan tutup oyuna götürecek kadar gücü hala vardi.
Yavru kurtu oyuna sürdü, cöktü.
Bir fincan kahveyle, yarim kalmis bir siir kitabini orta yere cikardi.
Bu yabanlik siirsiz de cekilmezdi zaten.

Neyse ki siir vardi.
Neyse ki felsefe vardi.
Neyse ki sisli tarlalar vardi.
Neyse ki suyun üzerinde yükselen günes vardi.
Neyse ki hala anlatacak masallar, beyan edilecek fikirler vardi.
Neyse ki cocuklu Italyan kadinlar ve onlara yer vermeyi seven genc Ingiliz kadinlar vardi.
Cocuklarin temiz ayakkabilari pantolonuna degdiginde huzursuz olsa da, iyi ki yasli Alman kadinlar vardi.
Bütün bunlarin disinda, bambaska dünyalarda yasasalar da iyi ki Ortadogulu adamlar vardi.

Yalniz bu sol diz var ya, bu sol diz.
Hala agriyordu.
Bu sol diz ne demeye, ne demeye agriyordu?



2 yorum:

hocanne dedi ki...

Az su içmiş olabilirsin.
Ciddiyim.
Bir de huzursuz bacak sendromu vardır bilir misin?
Mustafa kutlu'yu bilir misin?

hindiba dedi ki...

Olabilir Merve, bi belgeselde seyretmistim, Israil'de bir yerde hasta kapidan hangi sikayetle girerse girsin, ilk önce bekleme odasina alir bir saat su icirirlermis. Bakarlarmis sikayetlerde hafifleme var mi diye. Su önemli. Herhalde bir huzursuzluk yok bacaklarda, öyle hissetmedim :) Mustafa Kutlu'yu bilmiyorum :)