25 Haziran 2017 Pazar

Kirpinin Zarafeti


Die Eleganz des Igels
Muriel Barbery

Fransiz yazar ve felsefe profesörü  Muriel Barbery Kirpinin Zarafeti'ni 2006 yilinda yazmis. Fransa'da 30 hafta boyunca en cok satan kitap olmus, 31 ayri dile cevrilmis, pek cok ödül kazanmis.

Gectigimiz haftalarda Handan'in okudugundan bahsetmesiyle haberdar oldugum kitabi, bu kez baska kitaplara yaptigim gibi okuma listemin arka siralarina öteleyip "bir ara okurum" demedim. Kütüphanede bulunca hemen alip okudum. Cok da iyi etmisim :) Cok sıcak gecen bir hafta boyunca, tıkabasa dolu trenlerde, zaman zaman 45 dk. boyunca ayakta giderken okudum. Serinligim ve hafifligim oldu. Güldüm. Agladim. Sevdim.

Kitap  Paris'te ayni lüks apartmanda yasayan, birbirinden son derece farkli (ama aslinda ruhta kardes diyebiliriz sanirim) iki kahramanin agzindan anlatiliyor. Yazar bu iki kisinin ifade tarzlari arasinda rahatlikla ve basariyla gidip geliyor fikrimce. Sadece 54 yasindaki kapici Renee degil, 12 yasindaki zengin aile kizi Paloma da bazen eski usul ve agdali  bir dil kullanmayi seviyorlar. Türkce'si nasil bilmiyorum ama Almanca'ya cevirirken cevirmen bu detaya dikkat emis. O yüzden zaman zaman sözlük kullanarak okudum :) Ayrica kimi esprilerin tadini cikarmak veya bazi detaylari daha iyi anlamak icin de sözlük ve Google esliginde okunmasi tavsiye olunur. Ama bu cok agir bir kitap oldugu anlamina da gelmemeli. Renee ve Paloma'nin genel kültürüne ancak böyle yetisebiliyoruz. Örnek? Renee'nin agzindan  "Neden belli bir seyin bazi insanlarda bilinc düzeyine erişip, başkalarında erişmediğini araştırmaya dayanan bir deney fenomenolojik açıdan ilginç olurdu. Benim imgemin Neptun'un (komsulardan birinin köpegi) beyninde bir iz birakabilmesi, ama ayni zamanda Chabrot'nunkinde (komsulardan birinin özel doktoru) hicbir iz birakamamasi gercekten de cok ilginc" tespitindeki ince ve sivri dilli mizahi daha iyi anlamak icin Renee'nin bize fenomenoloji hakkinda anlattiklarina ek olarak biraz da Google'dan destek almak iyi olabilir :) Renee'nin gramer takintisi ("ben bir gramer kölesiyim"), binada oturanlara kendini siradan bir kapici gibi göstermek icin cektigi kücük numaralar, sadece zengin komsularina degil kendine de yönelik sivri dili, biricik arkadasi Manuela ile cay partileri...Her sey cok hos, bir baska dünyaya götürüyor bizi. Paloma ise ayri bir alem; ailesi, okul arkadaslari, komsulari hakkindaki keskin tespitler inanilmaz... Paloma'nin yazdigi detaylari da Google'dan takip etmeyi tavsiye ederim. Örnegin Sumo adinda degilse de, Lumo adinda Yeni Zelandali, Tonga asilli bir rugby oyuncusu gercekten var, youtube'da haka videolari izlenebilir. 2015 yilinda ölmüs, cenazesindeki haka gösterisi bize baska kültürlerin yas tutma sekillerinin bizimkinden farkli olabilecegi ve bu konuda ahkam kesmeye hakkimiz olamayacagina dair oldukca zihin acici...ama kitapla bir ilgisi yok :)

Kitabi belli bir yerine dek okuyup neden bahsettigini anlamadigini, cok sıkıldıgını, yarim biraktigini yazanlar olmus. Dikkat! bu bir aksiyon kitabi degil. Kendini yavas yavas aciyor ve cokca ic konnusmadan olusuyor. Kitabin adinin nereden geldigini anlamak icin de en azindan yarisini asmak gerekiyor.

Spoiler vermeden kisaca bahsetmem gerekirse kitabin sonunu biraz negatif yönde sasirtici buldugumu belirtmeliyim. Sezon sonuna yaklasan ve kanalla sözlesmesi uzatilmamis diziyi bitirir gibi olmus biraz. Böylesine kivrak zekali bir yazarin, "geliyorum ben" diyen ikilemi cözmek icin daha parlak bir cözüm bulmasini beklerdim. Yine de... 

"Bütün bu laflar iyi hos da, kitap ne hakkinda?" diye soracak olursan yanit su: Yasam ve anlami hakkinda.

24 Haziran 2017 Cumartesi

Japon makaklari



Gecen aksam televizyonda primatlar üzerine bir belgesel vardi (yukardaki degil, bir baskasi). Insanlari saymazsak kuzey yarimkürenin en kuzey ve soguk noktalarinda yasayabilme becerisine sahip tek primat türü olmasi sebebiyle Japon makaklarindan da bahsettiler. "Primatlarin uyum kabiliyeti böyle de yüksektir" anlaminda... Japon makaklarini belki de biliyorsundur. Sosyal medyada buz gibi bir karlar ülkesinde, dumani tüten termal bir suda cekilmis fotograflari ve videolari dolasir (örnegin yukaridaki). Ingilizce'deki adlari snow monkey (kar maymunlari) dir.

Fotograflar carpicidir. Makaklarin suyun icindeki o cok duru, cok sakin, cok dingin, cok bilge bakislari insani sarsar. Nerdeyse insan gibi, cok sey bilir gibi, neredeyse insanlardan bile cok sey bilir gibi bakarlar. Bizim  bilmedigimiz neyi bildiklerini merak ederdim. Hep biraz arastirmak istemistim bu konuyu. Belgeselin o kismina iyice kulak kabarttim o yüzden.

Japon makaklarinin yasadigi bölgede -20 dereceye varan soguklar hakimmis. Fakat iste kiyisi boyunca yasadiklari nehir termal özellikler gösteriyormus. Suyun icinde sicaklik 40 derece civariymis! Cennet resmen!

Öyle degilmis megerse. Japon makaklari popülasyonunda sıkı bir kast sistemi varmis. Dogdugun aileye göre disiysen ya yüksek kasta aitsin, ya alcak kasta. Ara gecislere yer yok, hiyerarsi cok kati. Erkekler hiyerarsinin en dibinden baslayip güc savaslariyla ya da güclü bir erkek veya disi bireye yakin durup hizmetine girerek adim adim yükselebiliyorlarmis. Kisin buz gibi sogukta termal sulara girip isinma hakki da sadece yüksek kasta aitmis. Suyun basinda durup kimin girdigini kontrol eden bi makak abi vardi, belgeselde gösterdiler. Düsük kasttan birisi suya girmeye kalkisirsa kovalayip dövüyormus. En soguk günlerde suyun icindeki yüksek kast üyeleriyle, disarida titresen düsük kast üyeleri arasindaki isi farki 60 dereceyi buluyormus özetle. Sasirdim kaldim dogrusu, uyum kabiliyetinin böylesi hakikaten de... O bilgece, o dingin bakislar da 40 derecelik suda mayışmanın eseri olsa gerek. Zaten cocuk her yer de cocuk. Suyun icinde büyükleri öööle bilgece bakinirken bir anda birbirleriyle cekismeye baslayip ortami birbirine katan yavru makaklar da gördüm. Anne makaklardan birinin bir digerine "Haniiim hanim, bak cocuguna mukayyet ol, yoksa...!" der gibi bakisini da sanki görür gibi oldum.

Doganin bu muglak isleri beni öldürecek. Ben hiyerarsi, kaynak paylasiminda adaletsizlik, kast, sinif gibi islerin hep insan zihninin ürünü oldugunu sanirdim. Böyle kesin, net bir cizgiyle cizilmis gibi. Tamam, aslan ailelerinde de alfa hayvan falan vardir ama o sanki daha baska bir sey. Meğerse sınıfsal adaletsizlik, ortak kaynaklarin adaletsiz paylasimi ve benzerleri gayet primatsal bir fenomenmis.


18 Haziran 2017 Pazar

Deli Kızın Battaniyesi - Dikkat! Sökülme riski taşır!

Ücüncü kezdir söküp bastan basladigim icin bu kez bitirirsem bitmis halinin fotografini paylasayim diyordum. Ama bir yandan da fotografini cekmeden duramiyordum :)

Sonra düsündüm de, bunu da söksem bile ben...
örerken düsündüklerim bana kalacak...


...örerken ögrendiklerim bana kalacak...


...örerken okuduklarim bana kalacak...


Öyleyse hic örmemisim gibi olmayacak ben bunu sökersem bile....

Öyleyse söz etmeye deger.

Su köseleri dönerken Allahim her seferinde nasil da heyecanlaniyorum örnegin. 
Degme köse döner benim kadar heyecanlanmiyordur :)


Su renkleri secerken her seferinde nasil uzun uzun düsünüyorum. Degme stratejist bu kadar düsünmüyordur belki... Bazi stratejistlerin bu kadar düsünmedigi kesin :)


Sonra renk renk büyürken o...


 ... dedim ya cok sey düsünüyorum, cok sey ögreniyorum ben. Neler düsündügümü tek tek yazamam.



Bunu bitirebilirsem bir sonraki battaniye bir "deli kizin battaniyesi" olmaz galiba. Bir tek onu söyleyebilirim belki. Deli kizin battaniyesi hos bir deneyim, bir sey söylüyor bana. Ayni anda bazen en fazla üc rengi tasiyabildigimi... 

Deli kizin battaniyesine bir kitap arkaplan oldugunda bu "örgü ördügüme bakmayin, ben cok entellektüelim ayni zamanda" demek olmuyor. Hayir. Bu maalesef örerken ayni zamanda okumak gibi pis bir huyum oldugu anlamina geliyor.



 Bu desenin Türkce'deki adini sevmiyorum bir de ben. Benim icin bu büyükannenin deseni. Büyükannenin akli basinda islerinden biri. O kadar. Nokta.


Ha, bir dakika,  virgül aslinda. Bir de sunu diyecektim: Üc kez bastan baslayip, bir türlü bitiremedigi battaniye icin iki blog postu yayinlamayi basarmis kisiyim. Kisi kendini bilmek gibi irfan olmazmis...

16 Haziran 2017 Cuma

Katil Anders ve Arkadaşları (Bir İki Düşmanı da Dahil)



Mörder Anders und seine Freunde nebst dem einen oder anderen Feinden
Jonas Jonasson, 2015


"Acaba ücüncüsünü yazar mi?" diye sordugum Isvecli yazar Jonas Jonasson'un ücüncü kitabi. Almanca'ya cevrildigini 2016 basinda haber aldigim, okumak icin sabirsizlanmayip, tam tersine sakince uygun zamani bekledigim kitap... Bu kez hikayenin kahramanlari neredeyse tüm yetiskinlik dönemi hapishanede gecmis olan katil Anders, resepsiyonist Per Persson ve ateist oldugu icin papazliktan kovulan Johanna Kjellander. Resepsiyonistle eski papazin hikayesi biraz bir önceki romandaki Nombeko ve Isvecli sevgilisinin hikayesine benziyor. Bu romanda önceki iki romandakinin aksine politik yan detaylar yok. Kralice'nin basinda yayinlanan bazi yorumlarini saymazsak, bi de kahramanlarimizin bir keresinde sarayin kapisina dayanmasini, olay tamamen kendi halinde Isvecli vatandaslar arasinda geciyor... Jonas Jonasson'un dilinden yine kuzeyli ve serin bir mizah damliyor. Her seyle dalgasini geciyor; inananla, inancsizla, ahlakliyla, ahlaksizla, cevreciyle, Stokholm'un suc cevreleriyle, devletle, bürokrasiyle, hatta Per Persson'un sahsinda kendi adiyla bile... Per Persson'un adi bana Bülent Ortacgil'in "Şık Latife de kişinin teki" dizesini animsatti kitap boyunca :) Üstelik Google'a bakilirsa Isvec'te bu isimde gercek bir kac kisi de varmis :)

Kitap henüz Türkce'ye cevrilmemis. (Henüz "Die Analphabetin..." bile Türkce'ye cevrilmemis.) Cevrilirse adı herhalde baslıktaki gibi bir sey olur. Beklemeli... Görmeli...

12 Haziran 2017 Pazartesi

Çağrışım


Kova'nın slogani icin "evim kalemdir" derler....
Ve ev için de "kapıyı çaldığında seni içeri buyur etmek zorunda oldukları yerdir" diye bir tarif vardir.
Peki "sen" kimsin? 
Oscar Wilde'a bakilirsa, mümkünse "Be yourself; everybody else is already taken."
Taken?
Steven Spielberg'in üc bölümden olusan bu isimde bir filmi vardi. Cok heyecanliydi. Üc Carsamba üst üste yayinlamisti Alman televizyonu. Üst üste üc carsamba bir kocaman kase patlamis misir esliginde izlemistim. Oglan o sirada yoldaydi. "Bu cocuk kesin patlamis misir ve gizemli filmleri sevecek" demistim.

Cağrışıma bak simdi... 
Hosuna gitti mi? 
Sen devam et öyleyse...Ben dinliyorum...

Ben aslinda sadece <bu anı ve bu yeri seviyorum> diyecektim.
Çağrışım lafı ağzımdan aldı.
Böyle anlarim coktur benim. Genellikle "ev"dedir.

11 Haziran 2017 Pazar



Ve ta daaaaa!

Kisisel tarihimde....

gerceklerin:



en cok  yaklastigi an :)))

Cantanin bütün detaylari ve tarifi yukaridaki linkte :) Temel olarak sık iğne ve benim gibi acemilerin bile sorunsuz örebilecegi seashell (deniz kabugu) diye bir motiften olusuyor. Önemli olan uzmanlarin motif Çince'sini sökebilmekte... :


O konuda da uzmanlardan yardim aldim....

Hikaye günlerden bir Mart günü söyle basladi... Oglan yine hastaydi, atesi yüksekti. Geceleyecektim ve bana uykumu ve endisemi dagitacak bir sey gerekliydi:


Ve fakat ben o ovali bir türlü cözemiyordum. Bu noktada telefon üzerinden bir uzmandan  konsültasyon destegi aldim. Hayir ates icin degil, oval icin:


Sonra ben söylemesi ayip o seashell'i de bir türlü cözemiyordum. Bu noktada yine ayni uzmani taciz etmem gerekti (yine telefondan...) :



Fakat sonunda oglan iyilesmis, Cince cözülmüs, geminin duvarlari yükselmeye baslamisti :))) Gemi.. yani canta... artik kendi yükünü/yününü tasimaya baslamisti :)



Sonra biraz elimde süründü, sonra ben azimle örmeye devam ettim. Sonra instagram hesabimi deaktive edince hizlandim ve bitirdim. En son orijinal tarifteki saplara biraz takildim. Nasil yapildigini anlayamadigim gibi öyle saplar istedigimden de emin degildim. Bu noktada bir baska uzman imdadima yetisti. Bana bir takim alternatifler gösterdi ve farkina varmadan bir takim ilhamlar verdi... 

ve ta daaaa.....!



Upps, pardon, bunu söylemistim :))

10 Haziran 2017 Cumartesi

Çoktan seçmeli



a) Bir konu ilgi alanima girdi ya, artik her yerde karsima cikar.
b) Bir takim Marketing insanlariyla ayni sosyal medya trendlerini takip ediyoruz...
c) Tamam tamam, Avrupalilar da basina cicekten tac yapmayi biliyor.
d) Öyleyse Rolex saat ile dolasmak niye bu kadar revacta?
e) Bak, reklamları kritik konusu etmeden de konusabiliyorum ben haklarında...
f) Fotografta ışık camdan çok feci yansımış yalnız...
g) Bi gitsem ya!...

9 Haziran 2017 Cuma

Bilmeyişin Sözlüğü


Lexikon des Unwissens, Worauf es bisher keine Antwort gibt
Kathrin Passig, Aleks Scholz
rowohlt

Kütüphanede rastladigimda aslinda oldukca ilginc bir konu olacagini düsünmüstüm: Bilmeyişin Sözlüğü 
Yasamin bunca degisik alaninda her türlü soru isaretine "bidi....bidi...bidi..." sayfalar ve ciltler boyunca yanit veren bilim adamlarinin yaninda bu iki yazar baska bir sey deniyor, hangi sorulara aslinda henüz bir yanitimiz olmadigi üzerine bir kitap yazmaya girisiyorlardi. Ama nedense tutmadi. Bilmiyorum neden, kitap cok fazla sarmadi beni. Bazi ilginc buldugum basliklari okuyabilmek icin bile sabir göstermem gerekti, sonlara dogru ise daha cok satirlar arasinda hizla göz gezdirdigim basliklar oldu... Kötü yazilmis da diyemeyecegim, bazen gayet espriliydi kitabin dili, sorun neydi bilmiyorum. Ikinci bir cildi daha yazilmis (demek ki ilgi görmüs), ikisini birlikte almistim kütüphaneden. Herhalde geri vermeden önce bir göz atarim ama detayli okuyacagimi sanmiyorum ikinciyi.

Yine de... sunlari ögrendim:

Yasamin sirri, nereden geldigi, nereye gittigi hala bilinemiyormus. (Neyse ki...)
Keza yasamin en önemli yapitasi suyun davranislari da tam aciklanamiyormus.
Hawaii'nin nerden ciktigi hala anlasılamamıs.
Yilanbaliklarinin nasil cogaldigi bir türlü cözülememis.
Betlehem Yildizi (hani üc bilge kralin "gördük, gördük, kral dogdu" diyerek kosup Betlehem'e geldigi) neyin nesidir, hala anlasilamamis.
Sogukalginliginin tam yayilma sekli de bir muammaymis. Hastalarin deneklerin suratina hapsurdugu dahil, türlü türlü deneye ragmen. Bu cok önemli. Bu kismi her yil evde birisi ilk grip ya da sogukalginligina yakalandiginda dedektif gibi kökenini bulmaya calisan esime  (Bu virüsün inkubasyon süresi acaba kac gündür? O kadar gün önce neredeydik? Orada hasta olan var miydi? Kimse yüzümüze hapsurdu mu? Oglanin okulundan geldiyse sinifta hasta cocuk var miydi? Sen mi getirdin mikrobu eve? Ben mi getirdim mikrobu eve? Metrodan mi aldik? Marketten mi aldik? ...?....?) bi okutabilsem iyi olacakti aslinda.

Berlin'de II. Dünya Savasi'nin son günlerinde bir patlama dolayisiyla metro kanallarini su basmasi diye bir vakia varmis. Isin tuhaf tarafi, olay tam olarak hangi gün oldu, tam olarak nasil oldu, kaza miydi, özellikle mi patlatildi, kim verdi patlatma emirini, Ruslar? Almanlar? olayda kac kisi öldü? Hic birisi bilinmiyormus... yani olay hakkinda oldugundan baska hic bir sey bilinmiyormus.

Tungunska olayinin sebebi, üzerine gelistirilmis üc yüz elli yedi bin teoriye ragmen hala cözülememis. Bu da önemli. Cocuklugumun en heyecan verici sırlarından biriydi Tungunska olayi, birakalim öyle kalsin... Daha kimbilir kaç çocuk neslinin hayal dünyasını besleyecek bu konu...

Ve hatta... ve hatta kedilerin nasil ve neyle (ses teli? diyafram? ) mirladiklarini bile kesin bilmiyormusuz! E, artik neyi bilebiliriz ki?

Ek olarak bu kitapla ilk kez "yildirim topu" ve "fare kral" denen (ve tabii ki sebepleri bilinmeyen) iki dogal fenomen daha oldugunu ögrendim, bilmesem-de-olurdu cekmecesine atabilecegim iki yeni bilgim daha oldu :))

Söyle yazdiklarimi bastan bir okuyunca... himm... aslinda o kadar da sıkıcı gelmedi kitabin konusu...
Bir yerlerde rastlarsan bi göz atmaya deger...

7 Haziran 2017 Çarşamba

bizim televizyonda ARD var mı?

Gecenlerde bir gün "Baba, bizim televizyonda ARD var mi?" diye sormustu. Bir hafta sonraydi galiba, bu kez bana "ZDF var mi ki acaba bizim televizyonda?" diye sordu. Hey komsulaaar :) Evdeki televizyonda hangi kanallarin oldugunu bilmeyen cocuk yetistirmisim :)))

Son zamanlarda artan bu kanal sorularinin sebebi ise futbol. Bir takim maclarin bir takim kanallarda yayinlandigini ve bunun internette bir takim sayfalarda önceden bildirildigini kesfetti :)

6 Haziran 2017 Salı

Omo Vadisi Insanlari

Photo by Rod Waddington

Ilk kez Instagram'da baska kültürler yaninda Etiyopya fotograflarini ilgiyle takip ettigim @magbrinik 'in hesabinda dikkatimi ceken Etiyopya, Omo vadisi insanlari... Alt dudaklarini ve kulak memelerini özel disklerle bizim kültürümüz acisindan "deforme", kendi kültürleri acisindan "forme" ediyorlar, yüzlerini dogal boyalarla, toprak tonlari ve beyaz renkte, özellikle beneklerle boyuyorlar, ama asil ilgimi ceken baslarini yasadiklari civarin bitkileri, cicekleri ve meyveleriyle, olaganüstü güzellikte tasarimlarla süslüyor, örtüyorlar. Bas süslemeleri -bana kalirsa- insanin doganin icinde, dogadan yararlanarak ama  doganin üstüne cikmadan ürettigi en güzel, en siirsel seylerden biri...


photo by Richard Mortel

photo by HeyValera

Blogda örneklemek icin sadece Creative Commons lisansli fotograflari kullanabildim. Daha carpici örnekleri icin buraya, buraya, buraya bakilabilir veya genel olarak Google'da Omo Valley, Surma, Surmi vb... seklinde aranabilir.


5 Haziran 2017 Pazartesi

Love is...

Eger on yaşındaysa aşk...

Bülent Ortacgil veya Ezginin Günlügü dinleyecegin varken, bastan sona araliksiz, gitar ve bateri sololari dahil bir bucuk saat araliksiz Europe dinlemek....

Ilginc bir kitap alip kösene cekilmek niyetindeyken, onun sana  "Sır Dolu Hayalet Evi" adli bir kitap okumasina -bastan sona, 160 sayfa, 9-12 yas grubu- razi olmak...

Bitirdigin cantanin saplarini dikmek niyetindeyken ve hic ilgini cekmezken oturup Real Madrid- Juventus final macini seyretmek, Ronaldo'nun harika golleri üzerine konusmak ve Real Madrid'in Sampiyonlar Ligi'ndeki tarihcesini dinlemek...

Aksam yemeginde dış politika konuşmak hevesindeyken, kendini Mikronezya'nın baskenti, dünyanin en uzun ve en kisa boylu insanlari, Brunei Barış Ülkesi Sultanı'nın bilmem kaç yüz lüks arabası üzerine bilgilenirken bulmak...

demektir.


4 Haziran 2017 Pazar

Sessiz Adimlarla Beyine


Auf leisen Sohlen ins Gehirn - Politische Sprache und ihre heimliche Macht
George Lakoff, Elisabeth Wehling
Carl-Auer, 2009

George Lakoff Kaliforniya Üniversitesi'nde görevli bir bilim adami. Uzmanlik alanini Türkce nasil tarif etsem diye düsünürken Wikipedia'da "Amerikali bilişsel dilbilimci" diye tarif edildigini gördüm. Peki, aynen aliyorum (Wikipedia hala yasakli mi bu arada?). George Lakoff''un bir baska kitabini Sanem tavsiye etmisti. Ben onu bulamayinca yine kütüphanedekiyle idare edeyim demistim. Bbu arada kendime not, baskalarina tavsiye : "Metaphors We Live By",  Almanca "Leben in Metaphern" de okunacak...

Dönelim bu kitaba... Ingilizcesini bulamadigim ve Almancasinin orijinali oldugunu tahmin ettigim bu kitap, Lakoff ile Alman meslektasi Wehling arasindaki bir röportaj ama biraz da bir sohbet, bir diyalog seklinde... Lakoff uzun zamandir ABD'nde politik dili bilissel acidan analiz ediyor. Bu kitap Körfez Savasi'ndan hemen sonra yazildigi icin en canli örnekler 11 Eylül ve ardindan Körfez savasi döneminden geliyor. George Bush incilerinin derinliklerine daliyoruz. Ama genel olarak da oldukca bilgilendirici ve hatta sasirtici bir kitap.

Neden bazen benim söyledigim senin anladigin kadardir? Ben sana bir paket lokum paketleyip göndersem, sen evde actiginda icinden cikolata cikar mi? Cumhuriyetciler ve Demokratlar arasindaki temel fark nedir? Düsünmenin ne kadari bilinclidir?  Dünyayi algilama ve anlama seklimizi ne belirler? Kitapta acikca yazmasa bile Obama'nin secim slogani neden "Yes, we can" ve Trump'inki neden "Amerika first" idi? Trump ABD'nin Paris Iklim Anlasmasi'ndan çıkışını ilan ederken neden kendini bu kadar hakli hissediyor? Politik dile her gün maruz kalan bizler nelere dikkat etmeliyiz? Eger yanlis animsamiyorsam dönemin Istanbul valisiydi; neden "... kizimiz teröristtir" demisti? Neden madenlerde ölen isciler birden "isci kardesimiz" olur? Neden çoban retorigi bazi ülkelerde kabul görüp, bazilarinda görmüyor?  Anavatan? Devlet baba? Vaterland? Annecik Rusya? Mother India?

Ilginc...
Bundan sonra güclükle dinledigim politik konusmalari bile ilgiyle dinleyecegim.
Tavsiye...
Sanem'e tesekkürler.

2 Haziran 2017 Cuma

Hala azimle kendi isime bakmaya calisiyorum...

Bugünlerde dünya -özellikle sabahlari- sadece mürver ve karatavuktan ibaret gibi.
Sadece o aciyor, o kokuyor...
Sadece o ötüp, o şakıyor...
Gibi

Bu hafta,
sevgili günlük,
alerjim yine alevlendi.
20 yillik alerjimin hala otlara karsi oldugu tekrar tescillendi.
Sinüzit oldugum tespit  ve 4-5 yildir devam edegelen muglak dertlerimin bundan oldugu iddia edildi.
Ameliyat olmam tavsiye edildi.
Yeni ameliyat teknikleri (yarim saatte, tamponsuz, iki gün sonra isine gücüne...) anlatildi.
"Hi hi, ooooldu, ben bunu bi düsüneyim" dendi.
Olay yerinden firar edildi.

Biraz örüldü,
biraz okundu,
çokça şaşa kalındı.
Almanca, bir sürü yan cümleli, upuzuuun cümleler kuruldu. Mükemmel Almanca yazamayan birinin sanki anadilindeymiscesine yan cümleli felan cümleler kurmasi cok ayip aslinda. Cok cüretkar...

Öyle bir haftaydi.
Iste...