13 Mayıs 2016 Cuma

Stand insanlari

--Biriktirmeden--  gelelim stand insanlarına...

Stand insanlarini merkez tren istasyonunda görüyorum. Fakat stand insanlari aslinda dünyanin her yerinde... her ortamda...her an ... karsiniza cikabilir. Bu yazida bahsi gecen örneklerine kisaca YŞ insanlari diyecek ama acikca adlarini vermeyecegiz. Cünkü pazarlama ve PR teknikleriyle calisirlar ve reklamin iyisinin kötüsünün olmadigini düsünürler. Google aramasi üzerinden magaranin yolunu bulmalarina izin vermeyelim. Stand insanlarini bu yazida bahsi gecen örnekleriyle kisitlamayalim. Türlü türlü , cesit cesit hatta birbirine zit seyleri savunan türlerine rastlandigini bilelim. Bütününe genel olarak stand insanlari diyoruz.

Stand insanlari istasyonun en hareketli noktasini secerler. Daima üc kisidirler. Bu örnekte kadinlar daima etek giyer. Daima etraflarina karsi ilgisizmis gibi, orada öylece dikilip birbirleriyle sohbet ediyormus gibi yaparlar. Daima bize söyleyecek özel bir seyleri yokmus gibi davranirlar. Söyleyecek bir seyleri vardir oysa. Onu stand söyler. Standdaki şık pık, parlak kagida basili brosürleri ve kitaplari söyler. Gidip bir sey soracak olsaniz elinize brosürleri tutusturur, burnunuza kitaplari dayarlar. Denemeye gerek duymadan bilirim. Standin kenarinda bir poster asilidir. Harika bir panoramayi kendine geriplan eder poster. Önplanda " bu dünyanin tesadüfen var oldugunu mu saniyorsunuz?" diye yazar. Önünden her gecisimde kizdirir beni bu poster. Ukaladir, kücük görür, hice sayar, aptal yerine koyar. Bulundugumuz noktada ne önemi vardir? Bu dünyanin tesadüfen mi, bile isteye mi var oldugunu düsünmemizin ne önemi vardir? Yanlarina gidip sunu söylemek isterim: "Bak, bunun bi önemi yok, gercekten. Disarida ac insanlar var, disarida damsiz insanlar var, disarida delicesine bir güvenlik eksikligi duyan, delicesine korkular yasayan insanlar var. Burada dikilip bize dünyanin tesadüfen var olmadigini ögretmekle bir seyi degistirmis olmuyorsun. Disari cik, inandigini yasa. Öyle bir yasa ki inandigini, herkes farketsin, herkes senin gibi olmak, senin gibi yasamak, senin gibi inanmak istesin. Öyle bir yasa ki inandigini bir fark yaratsin bu dünyada. Aclara ekmek, susuzlara su, hastalara sifa, korkanlara güvenli kucak olsun. Öyle bir inan ve öyle bir yasa ki, kendi kendinin PR'i olsun, istasyon köselerinde parlak brosürlerle beklemek gerekmesin."

Demem, diyemem. Ise yaramayacagini, burnuma bir brosür dayanacagini hissederim. Istasyondan ben kendim de cikamam. Hep yetisilecek bir yerler vardir. Rus ajani coktan metroya varmistir. Benim de cok gecikmeden orada olmam gerekir. Bunu bilmek acitir. Ama yine de gitmek zorunda olmanin  orada dikilmekten, bir stand insani olmaktan daha iyi oldugunu hissederim. Seyretmekle yetinmem gerektigini söylerim kendime. O parlak posterin önünden gecerken seyret, onlar kendi aralarinda sohbet ediyor-muş gibi yaptiklarinda sadece seyret derim kendime.

Buz gibi bir kis günü, bir Ocak sabahi trenden metroya yürürken ben yine... Ona rastladim. Hayir, stand insani degildi. Hayir, dikilmiyordu. Hayir, yürüyordu. Istasyonu boydan boya capraz asarak trenlere dogru yürüyordu. Uzun boylu, siyah, basi örtülü, Afrikali kadinlara özgü, Batili kadinlarin beceremedigi hem mütevazi hem dimdik bir yürüyüs icinde, yürüyordu. Bir kac yaz önce memleketinde aclik oldugunu duydugumuz icin sosyal medyada carsaf carsaf fotograflarini yayinlayip, foto altinda aglastigimiz, sonra unuttugumuz, suretini iste o fotograflardan bildigimiz Somalili kadinlara benziyordu. Onlardan biri miydi? Gencti. Nereye yürüdügünü cok iyi bilir adimlarla, tüm istasyonu caprazina bölerek tek basina yürüyordu. Ayaklarini ne zaman farkettim? Ayaklarinda sadece flip-floplar oldugunu kacinci saniyede farkettim? Saskinlikla asagidan yukari süzmem, yüzüne takilmam, yüzüne takilmam, yüzündeki aciyi hissetmem kac saniye sürdü? Inanamayarak tekrar ayaklarina bakmam, kislik botlarin icindeki ayaklarimi ciplak degil hayir, sadece corapsiz ama yine de o botlarin icinde hayal etmem, buz gibi olmam , buz gibi olmam kac saniye sürdü? Bir sey yapmak gerek demem, hemen simdi bir sey yapmak gerek demem, Almanca biliyor mudur? Ingilizce biliyor mudur? Yanina gidip para versem, hicbir sey demesem, sadece versem, anlar mi? Anlarsa kirilir mi? Ne kadar var yanimda? 50 Euro yeter mi? Yeter! Ama yoktu!! Son zamanlarda yanimda fazla para tasimadan dolasmayi aliskanlik edinmeme sebep olanlara kizarak farkettim ki, yanimda 20 Euro bile yoktu!  Her sey cok kisa sürdü. Her sey cok uzun sürdü. Dimdik yürüyüsü, sadece dikkatle bakilinca farkedilen acili yüzü, flip-floplu ayaklariyla istasyonu ve kalabaligi caprazlamasina -bence- parca parca ederek trenlere dogru yürüyüp gitti, bir kac saniye sonra gözden kaybolmustu.    

Stand insanlari yine oradaydi. Metroya giden yolun kiyisinda...Cünkü büyük kalabaliklarin onlari görecegi stratejik nokta orasiydi. Somalili genc kadini görmemislerdi, göremezlerdi. Durduklari nokta görülmek icindi, görmek icin degil. Yanlarina gidip hic bir sey söylemeden kollarindan tutmak istedim. Ceke ceke arkamdan sürüklemek istedim. Peronlara dogru bütün gücümle ceke ceke götürmek istedim. Somalili kizin hangi perona yürüdügünü bilmis olmayi istedim.O perona gitmek, yüzlerce kisi arasinda onu bulmak, stand insanlarini ancak orada, onun karsisinda birakmak istedim. Sonra hicbir sey söylemeden; ne birine ne digerine... kendi yoluma gitmek istedim.

Cok istedim. Iste bu yüzden iyi bir seyirci, iyi bir gözlemci olamadigimi düsünüyorum. Gördüklerim bende bir duygu, bir yargi, bir etiket ve bazen güclü bir eyleme gecme istegi yaratiyor. Seyredip gecemiyorum. Cogunlukla eyleme de gecemiyorum. En kötüsü bu. Eyleme gecmek istegi duymak ama eyleyememek.

Artik stand insanlarini her görüsümde dilimde muglak bi tat beliriyor. Aci. Keskin degil, sivri degil, eyleme gecirecek cinsten degil, donuk. Almanca bir deyisle "dumpf". Hem onlara, hem kendime karsi kizgin. Tesadüfen olmayan oradan gecti. Tesadüfen degildi gecisi, varolusu gibi o da bile isteye idi. Görmediler. Ben gördüm. Cünkü seyrediyordum. Iste o yüzden.




2 yorum:

Kardelen dedi ki...

Sanırım Gandhi'nin sözüydü, "Best way to find yourself is to lose yourself in the service of others." Yazınızı okuyunca aklıma bu söz geldi.

Çağımızın "selfie"ciliği, gösteriş odaklı anlayışı kendine her türlü sistemde/oluşumda yer buluyor. Ne yaptığımızdan çok, nasıl gözüktüğümüze/ne kadar çok desteklendiğimize ve "like" aldığımıza odaklı bir anlayış.

Bir de yazdığınız bu yazının bile bir "eylem" olduğunu bilin istedim. Bir evlat büyütüyorsunuz, bu da eylemdir. Sadece seyretmek bile bir eylemdir. Daha fazlasını yapmak isterseniz, onun için de hiçbir zaman geç değil sanırım... Naçizane böyle düşünüyorum.

Yazdıklarınızı hissediyorum... Anlıyorum. Galiba sık sık ben de yaşıyorum...
Sevgilerimle :)


hindiba dedi ki...

Kardelen merhaba,
gecikerek tesekkür ederim. yazan icin yazdiklarinin anlasilmasindan da öte hissedilmesi ne güzel sey. mutlu etti yorumunuz beni. sevgiler...