24 Mart 2009 Salı

Bir zaman önce yazacaktım.Fırsat olmadı. Aklıma takılıyor:
Muza sarı, elmaya kırmızı (veya Amasya) , portakala Vaşington derken eğip bükmüyoruz. Ama insanlardan bahsederken kelimelerle oynamaya başlıyoruz. Amerika'da mesela siyah demek büyük günah oluyor, Afro-Amerikan diyoruz. Mesela Roman "vatandaşlarımız" diyoruz, mesela Alevi "kardeşlerimiz" diyoruz. Neden birinin vatandaşımız, diğerinin kardeşimiz olduğunu özellikle belirtmek zorunda hissediyoruz kendimizi? Neden Romanlar, Aleviler demiyoruz? Kelimelerin sırtına  önce önyargılarımızı yükleyip, sonra onları taşısın diye yanlarına başka kelimeler daha ekliyoruz. Veya Afro-Amerikan örneğindeki gibi temizlenmez lekeleri yüzünden onları tu-kaka edip çöpe atıyor, yerlerine başka kelimeler koyuyoruz. İşin tuhafı temizlenmiyorlar, yüklediğimiz yükleri taşıyamayıp orta yere döküyorlar. İkiyüzlü ikiyüzlü orta yerde duruyorlar. Öyle alışmışız ki farketmiyoruz.İnsanın dilini temizlemesi ne zor. Dilimi temizlesem beynimi de temizleyeceğim oysa. Veya tersi.
*
Şurdan geldi aklıma bütün bunlar bugün tekrar.
LTI : Lingua Tertii Imperii. Die Sprache des Dritten Reiches. 2002 basımı İngilizce çevirisi var : The Language of the Third Reich: A Philologist's Notebook.

Bulursam okurum belki.

12 Mart 2009 Perşembe

Günah keçisi

Bazen İngilizce-Almanca ve Türkçe'de bire  bir aynı olan deyimlere, atasözlerine rastlayınca kültürel geçişmenin derecesine şaşıp kalıyorum. Mesela Sündenbock. Bire bir "günah keçisi" demek...

13 Şubat 2009 Cuma

Ayrıca dün akşam aklıma geldi. Sabah gazetesinin on küsur yıllık arşivinde debelenip Gülay Göktürk'ün eskiiii ve daha o zamanlar okuduğumda çok anlamlı bulduğum bir yazısını aradım. Ve de buldum! Bu yazıyı okuduğumda daha bilmiyordum ama kaderde insanın kendisini 28 yaşından sonra 5 yaş zekasında falan hissedeceği ve kendinin yarı zekasında bir takım tiplere derdini anlatmak için eveleyip geveleyeceği günler de varmış...

28 Ocak 2009 Çarşamba

Zülfü Livaneli'nin hangi bir yazısına link vermesem, bilmem ki... Buyur