Çocukken misafir odasındaki dolabın bir rafında duran kitapların adlarını sırasıyla okumak hoşuma giderdi: "Tek Adam, Tek Adam, Tek Adam, Suyu Arayan Adam, Nutuk I, Nutuk II"
Henüz okumayı yeni sökmüştüm ve bu kalın ciltlerin içine dalmayı düşünemiyordum bile. Arada bir, örneğin misafir odasının serin sessizliğine sığındığım sıkıcı yaz öğleden sonralarında, elime alıp dış kapaklarını incelerdim. Zamanla kapağını çevirip iç sayfalarına bakmaya, birer ikişer satır okumaya başladım. Hiç baştan sona okumamış olsam da Suyu Arayan Adam'ın ilk satırlarını bugün bile ezberden söyleyebilirim: "Bir adam vardı. Suyu arıyordu. Toprağı üç kulaç, beş kulaç kazdı, suyu bulamadı..."
Tek Adam'ın Atatürk'ün yaşam hikayesi olduğunu da biliyordum. İlkokul boyunca üç kez, sonrasında da bir kaç kez taşındık. Yukarıda saydığım kitaplar her yeni evin salonunda, aynı dolabın aynı raflarına yeniden yerleşti. Ben büyüdükçe Tek Adam'ı orasından burasından açıp okumaya başladım. Örneğin onun açılış cümlelerini de defalarca okumuşumdur:
"Küçük anne, güzel bir anneydi. Çocuğunun doğumu yaklaşınca bütün genç anneler gibi: - Çocuğumun kız olmasını istiyorum, diyordu. Ama, içinden hep bir erkek çocuk bekliyordu. Sarı saçlı, mavi gözlü, pembe yüzlü bir oğlan..."
Ali Rıza Efendi ile Zübeyde Hanım'ın ıssız bir sınır boyundaki yaşamlarını, tüm hikayeye bir arkaplan olarak 19. yy'da Balkanlar'daki ruh ve atmosferi, tam bir yüzyıl sonra seksenlerin resmi ilkokul-ortaokul müfredatında okutulmuyordu elbette. Tüm bunları ben orasından burasından açıp okuduğum Tek Adam'dan öğrendim. Ortaokuldayken ilk cildi açıp en başından okumaya azmettim. Atatürk'ün Harbiye'ye gidişine dek okudum. Galiba sonrası o zamanki entellektüel kapasitemi aşmıştı :)) Fakat Şevket Süreyya Aydemir'in akıcı, hoşuma giden, yer yer şiirsel, neredeyse epik anlatımını, bazen akıl yürütmelerini açıkça okuyucuyla paylaşmasını ("Şöyle şöyle olduğu nakledildiğine göre böyle olması gerektir") hep sevdim.
Doksanların atmosferinde Şevket Süreyya Aydemir belki taraflı olduğu, fazla şevkli bir Atatürk taraftarı olduğu için biraz dudak bükülür olmuştu gibi anımsıyorum. Her şeye rağmen Tek Adam'ın tekrar tekrar basılmaya devam etmesi ne güzel. Toplumsal olarak ana babasını beğenmeyip her şeyini eleştiren ergenler gibi olduğumuz bir yaşımızdan geçtik. Sonra Hanya'yı ve Konya'yı biraz anladık. Şimdi sanırım toplum olarak hepimiz bir döneme taraflı da anlatılmış olsa, biraz mesafe alarak, biraz tarafsızlık gözlüğünü takarak bakabildiğimiz ve bir insana da bir yetişkinin bir yetişkine baktığı gibi bakabildiğimiz bir yaşa eriştik. Tek Adam'ın son zamanlarda yeniden çok satması belki bundandır.
İlk kez birinci cildini baştan sona okudum. Çocukluğumun kimi cümlelerine tekrar rastlamak gözümü yaşarttı. Tek Adam'ın okumanın benim için Ankara'daki mütevazi memur evi atmosferinde yoğun güven duygulu çocukluğuma geri dönüş gibi kişisel bir yönü de var. İlerleyen zamanda diğer ciltleriyle devam etmeyi düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder