Himmm...
Sanki bir kac firin ekmek daha yedim.
Sanki bir yasima daha girdim.
Sanki biraz daha iyi anliyor ben...
Bu kez aralıklardan çift atkı ipliği gecirdim. Yani atki ipligi sayisini iki katina cikardim, araliklar da yariya inmis gibi oldu.
En basindan bekledigim dokuma görüntüsüne sonunda ulastim; simdi hem atki, hem cözgü iplikleri görünüyor:
Atki ipliklerinin sıklıklarının önemli oldugunu anlamistim :) diyeyim de uzmanlari azicik gülsün :)
Ne yapayim, hepsini tek tek kendi kendime kesfediyorum, kendi capinda "auto didactus" bir dokumaciyim, San Diago'daki aplalar gibi dokuma dersi aldigim yok :)
Son zamanlarda aklima cok takilan bir sözü yeniden paylasayim bu arada :
Der Mensch webt seine Gewebe und die Zeit webt die ihren.
İnsan kendi ağını (dokusunu) örer, zaman da kendininkini...
Bir Alman kentinde, dokumacilar loncasina ait bir binanin duvarlarinda yazar.
Düsündükce icimi titretir.
Duvarlari konusan tarihi binalarimiz olsaydi, dokudugumuz toplumsal kumasin bizden önceki cözgü ipliklerinin yanindan gecebilir, elimizi uzatip dokunabilir olsaydik, bazi seyler farkli olur muydu?
Daha sık atki ipligi meselesi de düsündürüyor beni. Atki ipliklerimiz kim (veya ne)? Sıklaşması gereken saflar mı var?
Ben bunları düsünedurayim, Cumartesi aksami hemen hic yapmadigim bir is yaptim. Oturdum bastan sona Cumartesi aksami filmini seyrettim: Marvin'in Odasi. Filmin sonunda Marvin'in odasindaki isik yansimalari düsündürdü beni, üc nesilin yüzü de isikliydi. Sonra yabanelma'm bir hikaye paylasmis instagramda, onu okudum. Atki ipliklerini cözer gibi oldum. Yani gercekten cözmedim tabii, sembolik anlamda. Onlar sıkı sıkı olmalı, cözülmemeli. Onlar yanyana durmali, kolkola girmeli. Araya bosluklar girsin istemiyorsan, tren istasyonlarinin önünde derin, cok derin ve sessiz, cok sessiz bosluklar olusmasini istemiyorsan, atki ipliklerini sıkı tutacaksın.
Hayat bu demek, bundan baska hicbir sey degil. Baska renklerle kaynasmayi ögrenmen gerek. Hayat tek renkliligi kabul etmez, hayat sadece cözgü iplerinden dokunmaz, sadece atki iplerinden de dokunmaz. Hayat böyle kurulmadi. Baska renk olmayi istemiyor olabilirsin, her ne isen o olmaktan cok memnun olabilirsin, mesele degil. Baska renklerle yanyana ve güzel ve kendin gibi ve uyumla durabilmeyi ögrenmek demek. Tekrar tekrar söylemekten nefeslerimiz tikansa da, hayat bazen üstte kalma, bazen de alttan alma sanatini ögrenmek demek. Ancak böyle, sadece böyle güzel olabilecegimiz sirrini cözebilmek demek.
"Eser"e oglan kum saati benzetmesi yapti. Cok itinayla eksiltip arttirmama ragmen kum saati neden böyle egri bügrü oldu bilmiyorum. Bu noktada düzeltme imkanim da yok. Sanirim egri bügrülük de hayata dahil. Adina entropi diyorlar, kapi gibi fizik yasasi. Insan zihninin elinde cetvelle dolasan ve kendi dogrusunun disina tasan herkesi ve herseyi maket bicagiyla bicip ativeren kismi bosuna ve termodinamigin ikinci yasasina karsi savasiyor. En yasamsal , en varolussal iplerimiz öylesine birbirine dokunmus ki, kendimizi de yaralamadan "arizali"yi bicip atmanin imkani yok.
Bugünlük de bu kadar olsun.
Cünkü söz tükendi. Dokudugu cercevenin dibine vardi.
Yasamin dokumasi ise baki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder